Basına yansıyan haberde gördüğümüz E.S.’nin hikayesi kadınların maruz kaldığı ayrımcılık ve alternatifsizlik durumunun tekil bir örneği. E.S’nin hikayesinde şiddet tehdidi nedeniyle sığınağa gelmiş bir kadına gebeliği sonlandırma yöntemlerinin ve evlat edindirme seçeneğinin anlatılmadığını görüyoruz. E.S’ye sığınaktan 6 aylık süreden sonra çıkmak zorunda olduğunun söylenmesi; sığınaklarda her kadının biricik olduğunun görülmeden ezbere bir süre kısıtının uygulandığını ve nitelikli sosyal çalışmanın yapılmadığını bir kez daha gösteriyor. Sosyal çalışma yapılsaydı kadın bu çaresizlikle sığınaktan çıkarılmaz; çocuğun üstün yararı gözetilerek devlet bakımına alınırdı.
İçinde yaşadığımız patriyarkal toplumda genç bir kadın erkek şiddeti karşısında devletin sistemsizliği sebebi ile çaresiz ve alternatifsiz bırakılırken, suçlayıcı yaklaşımlarla cezalandırılmaya çalışılıyor. İstanbul Sözleşmesi’nde yer aldığı hali ile bütünlüklü koruyucu ve önleyici politikaların kadınların hayatları için önemini bugün de bir kez daha hatırlatıyoruz.
Türkiye’de sığınakların sayısı yetersiz; sığınaklarda kadınların biricik ihtiyaçlarını gözeten, bütüncül ve güçlendirici bir sosyal çalışma yapılmıyor; ihtiyaç duydukları sosyal, ekonomik ve ruhsal destekler sunulmuyor. Sığınaklarda 6 ay sınırı, 12 yaş üstü oğlan çocuklarını anneleri ile birlikte kabul etmeme gibi kurallar kadınların şiddetten uzaklaşmalarına engel oluyor. Kadınlar doğum kontrol yöntemleri ve kürtaj hakları konusunda bilgilendirilmiyor; bu haklara erişimleri engelleniyor. Cinsel sağlık haklarına ve doğum kontrol yöntemlerine erişememeleri kadınların sağlıklarını ve yaşamlarını tehdit ediyor. İstenmeyen gebelikler söz konusu olduğunda kadınların kürtaj haklarına erişemiyor olmaları bu tehditi büyütüyor. Çocuk yaşta evlilikler, çocuk istismarı olmalarının yanı sıra ileride kadınları istismara ve şiddete daha açık hale getiriyor.
Bu desteksizlik ortamında kadınlar kendi çarelerini aramaya, zor durumlarla baş etmeye çalışırken suçlayıcı yaklaşımlarla toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine kurulmuş olan toplumsal cinsiyet rolleri kabul ve tekrar ediliyor; kadınların annelikle ilişkisi mutlaklaştırılıyor; devletin kadınlara toplum içinde özgür ve eşit bireyler olarak yaşayabilmeleri için destek verme yükümlülüğü görmezden geliniyor.
Yaşananlardan sorumlu olan, tüm bunlar yaşanmasın diye bütüncül koruyucu ve önleyici politikalar öneren İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkan, kadın düşmanlığını körükleyen, kazanılmış haklarımıza saldıran, var olan yasaları uygulamayan ve yargıdaki cezasızlık ile kadına yönelik erkek şiddetini cesaretlendirenlerdir.