Kadına yönelik şiddetle mücadelede önümüzdeki 5 yıl için hedefleri ortaya koyan ulusal eylem planı, uygulama hedeflerinin yanı sıra kadına yönelik şiddetle mücadelede siyasi yaklaşımı da açığa çıkarıyor. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden resmi olarak geri çekildiği 1 Temmuz 2021 günü Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan IV. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı, öncelikle İstanbul Sözleşmesi’nden hiç bahsetmiyor olması ile dikkat çekmektedir. Bir önceki döneme ait eylem planı metninde neredeyse her faaliyetin ana çerçevesinde kullanılan “İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere kadının insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler ve belgeler çerçevesinde Anayasa ve ilgili temel Kanunlarda değişiklik yapılacaktır” ifadesi bu planda ortadan kalktığı gibi kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası gelişmeler kısmındaki tarihçeden dahi çıkarılmıştır. İki eylem planı kıyaslandığında dikkat çeken bir diğer temel farklılık da bir önceki eylem planında “toplumsal cinsiyet eşitliği” ifadesi 30 defa yer bulurken yeni eylem planında bu ifade hiç geçmemektedir. Bu farklılıklar, İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imza çekmesi ile de somutlaşan toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı siyasi tutumun politika belgelerine nasıl yansıdığının somut bir göstergesini oluşturmaktadır.
Bir diğer yandan bu eylem planının, önceki eylem planlarına kıyasla biraz daha kapsayıcı ve hedefler açısından daha belirgin olduğu görülüyor. Genel ifadelerle belirlenmiş hedeflerden ziyade belirli olarak hangi faaliyetlerin yapılacağının, hangi desteklerin ne şekilde sağlanacağının ve bunun nasıl planlandığının ifade edildiği bir plan oluşturulduğunu görüyoruz. Şiddetin tanımı başta olmak üzere, eylem planındaki pek çok maddenin temelinin İstanbul Sözleşmesi olduğu açıkça görülmektedir. Bu durum İstanbul Sözleşmesi’nin kadına yönelik şiddetle mücadelede ne kadar etkili ve temel bir metin olduğunu bir kez daha ortaya koyduğu gibi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararının tamamıyla ideolojik bir karar olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bu ideolojinin, eylem planından tamamen çıkarılmış olmasıyla da aşikâr olan, toplumsal cinsiyet karşıtlığı olduğunu görüyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin temelini oluşturan toplumsal cinsiyet eşitliğini yok sayarak sözleşmeyi bir kılavuz olarak kullanmak sonuç vermeyecektir. Toplumsal cinsiyet eşitliği yerine benimsenen, aileyi güçlendirmeyi ve kadınların geleneksel cinsiyet rollerini sabitlemeyi hedefleyen yaklaşımın, kadına yönelik şiddeti ortaya çıkaran erkek egemenliğini besleyeceği için şiddetle mücadele bakımından sonuç vermesi mümkün olmayacaktır.
Veri toplama, izleme ve değerlendirmedeki sorunlar bu eylem planında temel sorunlardan birini oluşturuyor. Türkiye’deki en kapsamlı kadına yönelik şiddete dair araştırma olan Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması 2014 yılında yapıldı ve bu eylem planında da en yeni veri kaynağı olarak sadece bu araştırmaya atıf yapılmakta. Koordinasyon ve veri tutma görevi bulunan ŞÖNİM’lerden elde edilen herhangi bir verinin bahsinin dahi geçmemesi, nitelikli veri tutulmadığını gösteriyor. Ayrıca bir önceki eylem planlarındaki hedeflerin ne kadar gerçekleştirildiğine dair bir bilgi ve uygulamaların etki analizine dair bir sonuç paylaşılmıyor olması etki ölçümünün yapılmadığını göstermektedir. Etki analizine dair tek bilgi, 2014 yılında 6284 sayılı Kanun’a dair yapılmış bir etki analizinin bahsidir. Bu analizin yöntem ve sonuçları da kamuoyu ile paylaşılmamıştır. Bir önceki eylem planının açıklanmasından sonra GREVIO ve CEDAW izleme raporları çıkmış olmasına rağmen, bu raporlardaki tavsiye ve saptamalara dair atıf da bulunmamaktadır.
Kadına yönelik şiddetle mücadeleye yönelik olarak hazırlanmış olan eylem planının merkezinde olması gereken kadın sığınaklarının koşullarına ve sığınaklarda kadınlara verilmesi gereken desteklerdeki eksikliklere dair herhangi bir saptama ve öneri de bu eylem planında yer almamaktadır. Kadınlara sığınaklarda nitelikli ve bütünlüklü sosyal destek verilmediği yaygın bir bilgi iken bu konuya değinilmemiş, onun yerine kadınlara yönelik ayrımcı ifadeleri sıkça kamuoyunda yer bulan, Diyanet’in sorumlu kurum olduğu, “sığınaklardaki kadınlara manevi destek ve dinî rehberlik hizmetleri etkinliğinin artırılması” hedefi eklenmiştir.
Pek çok ulusal ve uluslararası raporda bir eksik olarak belirtilen, kadına yönelik şiddet konusunda uzman bir acil yardım hattının eksikliğine değinilmemiştir. Farklı konularda hizmet vermesinin yanı sıra acil yardım hattından ziyade bilgilendirme hattı gibi çalışan ALO 183’e dair sorunlar ve çözüm önerileri planda yer almamaktadır.
Uzun süredir başta kamu hastanelerinde olmak üzere kadınların yasal kürtaj haklarına erişimlerindeki sorunlar devam ederken sağlıkta dönüşümün de bir sonucu olarak cinsel sağlık ve doğum kontrol yöntemlerine erişim konusunda da önemli sorunlar yaşanıyor.
“Mevzuatın gözden geçirilerek etkin uygulanması ve mağdurların adalete erişiminin kolaylaştırılması” olarak belirtilen hedef,başta cezasızlık olmak üzere adalete erişimde yaşanan ve Twitter gibi sosyal mecralarda sık sık dile getirilen sorunlara yanıt olma çabası olarak dikkat çekmektedir. Bu kısmın hazırlanmasında, Mor Çatı’nın aralarında bulunduğu kadın örgütlerinin adalete erişimde yaşanan sorunlara dair çalışmalarının etkili olduğunu düşünmekteyiz. Ancak kadınların adalete erişimlerinde, baroların adli yardım birimlerine başvurularında en büyük engellerden olan yoksulluk kriterinin kaldırılarak şiddete maruz kalan kadınlara ekonomik durumlarına bakılmaksızın ücretsiz avukat desteği verilmesine dair hiçbir değişiklik önerilmemektedir.
Son olarak, eylem planının hazırlanması sürecinde Mor Çatı olarak otuz yıldır yürüttüğümüz kadına yönelik şiddetle mücadelede edindiğimiz bilgi ve deneyimlerden faydalanmayı hedefleyen bir yöntem yürütülmediğinin altını çizmek isteriz. Her ne kadar çalışmalarımızın ve getirdiğimiz eleştirilerin izlerini planda görebilsek de, etkin bir plan oluşturulabilmesi için alanda çalışan kadın örgütlerinin sürece doğrudan dâhil edilmesi gerekmektedir.