E.S.’nin hikayesini Mayıs ayında basına yansıyan sokağa bıraktığı bebeği ile ilgili haberlerle duyduk. Bu olayda bizim kadınlar olarak asıl gördüğümüz, devletin onca kurum ve kaynağına rağmen kadınları erkek şiddetinden koruyacak bir sistem kuramadığı, onları seçeneksiz ve yalnız bıraktığı oldu. E.S., yaşadığı şiddetten uzaklaşabilmek için sığınağa gitmiş, sığınakta nitelikli bir sosyal çalışma yürütülmediği için psikolojik ve sosyal destekler bağlamında iyi bir destek alamamış, 6 aylık süre sınırı dolduğunda 3 aylık bebeği ile birlikte sığınaktan ayrılmak durumunda kalmış ve şiddetle mücadele mekanizmalarının her aşamasında gerçekleşen bu ihlallere rağmen bütün suç yine E.S.’nin omuzlarına yıkılmaya çalışılmıştır.
İstemediği bir gebelik yaşayan E.S.’ye hastaneye gittiğinde kürtaj hakkında eksik ve yanlış bilgi verildi. Daha sonra sığınağa gittiğinde bebeğe bakamayacak olması halinde onu geçici/kalıcı olarak kurum bakımına verebileceğinden veya evlat edindirme seçeneğinden söz edilmedi. Kendisiyle sığınakta nitelikli ve uzun vadede düzenini kurabilmesine destek olacak düzenli, bir birini takip eden görüşmeler ve sosyal çalışma yapılmayan E.S., 6 aylık keyfi sürenin sonunda sığınaktan bebeğiyle birlikte, bir bebeğe bakım verip veremeyeceği, bebeğin sığınaktan çıkması halinde bakımı hakkında hangi risklerle karşı karşıya kalabileceği ve bu risklere karşı nasıl alternatifler olduğuna dair detaylı bilgilendirme yapılmadan ve bebeğin ihtiyaç duyduğu bakımı alıp alamayacağı değerlendirilmeden çıkış yapmak durumunda kaldı. Çocuğun evsiz kalması riskini önlemek, bebeğin fiziki ve diğer gelişimlerini etkileyecek koşullara sürüklenme ihtimali olan bir annenin bebeğinin bakımını nasıl sağlayacağı konusu çocuğun üstün yararı gözetilerek sosyal çalışmacılar tarafından sorgulanmalıydı. E.S.’nin bebeğiyle gidebilecek güvenli bir yeri olup olmadığını sorgulamayan ve buna yönelik bir çalışma yürütmeyen sığınak çalışanları bebeğin ve E.S.’nin sığınaktan çıkışını yaparak yeni doğanın hayatını riske attı.
Bunca ihlal ve kötü uygulamadan ancak, haberlerde sokağa bırakılmış ve sağlık durumunun iyi olduğu belirtilen bir bebek bulunduğunu öğrendikten sonra kamuoyu olarak haberimiz oldu. Bebek, sağlıklı şekilde bulunup bakıma alındığı kurumda geçirdiği birkaç gün sonrasında yoğun bakıma alındı ve bir süre sonra da yine aynı kurum bakımındayken hayatını kaybetti. Bunun üzerine E.S. terk suçlamasıyla tutuklandı. İlk duruşmada tahliye edildi. E. S. hakkında açılan ceza davasında yerel mahkeme 13 Ekim 2022 tarihinde bebeği terk etmekten ötürü 5 ay hapis cezasına hükmetti ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi. Karar henüz kesinleşmedi. Bebeğin kurum bakımındayken ölümüne dair kurum içi soruşturma açılıp açılmadığına dair kamuoyu ile şeffaf şekilde bilgi paylaşımı yapılmadı; herhangi bir yasal yaptırımda bulunulmadı.
Eğer İstanbul Sözleşmesi kadınları şiddetten korumak için tüm süreçleri başından sonuna kadar bütünlüklü olarak planlayan bir rehber olarak uygulansaydı E.S. sığınağa gitmeye ihtiyaç duymayacak, gerekli desteği ailesinin yanında iken alıyor olacak veya sığınağa gittiğinde de kendisinin ve bebeğinin sağlığı için gerekli olan mekanizmalara erişimi sağlanmış olacaktı.
Şiddete maruz kalan kadınlar ve çocuklar için yaygın bilinen, erişilebilir, bütünlüklü ve güvenilir bir destek sistemi olsaydı, E.S. ve bebeği şiddetten uzaklaşabilirdi.
E.S. aylarca kaldığı sığınakta nitelikli bir destek alabilseydi haklarını bilebilir, çocuğunu geçici veya kalıcı olarak devlet korumasına bırakabileceğini öğrenebilir ve şiddetin yıkıcı etkilerine karşı olumsuz sonuçları olabilecek kararlar almak zorunda kalmayabilirdi.
Kadınların cinsel sağlık ve üreme haklarına dair bilgiye erişimleri devlet politikalarıyla bilinçli olarak engellenmeseydi E.S. hastaneye gittiğinde, kürtaj hakkı konusunda bilgilendirilebilir, üreme ve doğurganlık hakkına dair bu seçeneği kendi özgür iradesiyle gözden geçirebilirdi.
Türkiye’de sığınakların sayısı, kapasitesi yeterli olsaydı ve nitelikli destek sunsaydı, E.S. keyfi 6 ay sınırıyla ve hiçbir ihtiyaçları gözetilmeden apar topar sığınaktan ayrılmak zorunda kalmayabilirdi.
Sığınaklarda çalışan personelin sayısı yeterli ve yaklaşımı şiddetle mücadele alanında çalışmaya uygun olsaydı, sığınağa gelen kadınlarla derinlemesine ve özel ihtiyaçlarının gözetildiği bir çalışma yapılabilir, sığınak çalışması asıl hedefi olan kadınları şiddetten uzaklaştırma amacına ulaşabilirdi.
Sığınakta E.S. ile 6 ay boyunca nitelikli bir destek çalışması yürütülseydi kalış süreleri gün doldurmaktan öteye geçebilir, çıkış süreci de destek çalışmasının bir parçası olarak kadını dahil ederek planlanabilirdi.
E.S. sığınakta ihtiyacı olan süre boyunca desteklenerek sığınak sonrası desteklere ulaşabilseydi, sığınak sonrası yaşamına dair bebeği ile birlikte veya ayrı olarak güvenli bir hayat planı yapabilirdi.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadın düşmanlığı ana akım medyada bu kadar sıradan olmasaydı, tüm bu süreçte devletin tüm kurumlarıyla bir kadına ve bir bebeğe sistematik olarak bir dizi ihlal sonucu destek sunamadığı görülür, E.S. ve bebeği yerine bu ihlaller haber olabilirdi.
Devlet koruması altında olan çocuklar yeterli bakım hizmetlerine ulaşabilseydi, hastanede sağlık kontrolü yapıldıktan sonra sağlıklı bir şekilde devlet korumasına alınan E.S.’nin bebeği hala yaşayabilirdi.
Kamuoyu ile şeffaf bilgi paylaşan denetim mekanizmaları devlet kurumlarında mevcut olsaydı, E.S. ve bebeğinin maruz kaldığı ihlal kamuoyu ile paylaşılarak tekrarlanmaması için gereken önlemler alınırdı.
Kadınların şiddete maruz kaldığında hakları olan destekleri nitelikli bir şekilde alarak özgür ve bağımsız bir hayat kurabilmelerinin ve çocukların ihmal ve istismara maruz kalmaması için özen yükümlülüğünün yerine getirilmesinin takipçisiyiz. E.S.’nin davası, hikayesini bilmediğimiz, benzer ihlallere maruz kalarak telafi edilemez sonuçlarla baş başa bırakılan tüm kadınların ve çocukların davasıdır.