Birinci Mor Buluşmayı 10 Aralık’ta Mor Çatı’nın tarihi ve yapısını konu alarak gerçekleştirdik. Mor Çatı’da uzun yıllardır gönüllülük yapan kadınların deneyimlerinden yola çıkarak Mor Çatı’nın kuruluş süreci, örgüt içi yöntemleri ve çalışma pratikleri üzerine konuştuk. İkinci Mor Buluşmayı ise 14 Ocak’ta “Neden Feminizm?” sorusu etrafında düzenledik. Mor Çatı’nın kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele ederken neden feminist yöntemi tercih ettiği ve feminist mücadeleye nasıl katkılar sunduğu üzerine konuştuk.
Mor Çatı 1990 yılında feministlerce kadına yönelik erkek şiddeti alanında kadından kadına feminist dayanışmayı örmek ve bu alanda politik sözümüzü söylemek için kuruldu. Mor Çatı’nın belleği ise aslında 1990 yılının öncesine uzanıyordu, nitekim ikinci dalga feminist hareket 1980 sonrasının en güçlü örgütlü hareketlerinden biriydi. Kadınlar bilinç yükseltme toplantılarında bir araya gelip kadın kimliği ve bununla birlikte gelen deneyimlerini paylaşıyor ve sorguluyorlardı. Bu bilinç yükseltme toplantılarıyla kadından kadına dayanışmanın ve birlikte güçlenmenin önemi anlaşılmıştı. Ancak feministler bu toplantıların ilk dönemlerinde erkek şiddetini konuşmuyordu; şiddeti konuşmak zaman aldı. Ve konuşmaya başladıklarında aslında bunun ne kadar geniş bir toplumsal ve politik bir sorun olduğunu gördüler. Şiddet, bu denli yaygın olmasına karşın “ev”in içine ve “özel alana” sıkıştırılarak görünmez kılınmak istenmişti. Tam da bu noktada, erkek şiddetini görünür kılmak adına feministler çeşitli yöntemlere başvurdular: Dayağa Karşı Kampanya’yı organize ettiler, kadınları mektup yazarak yaşadıkları şiddeti paylaşmaya davet ettiler, Kariye Müzesi Bahçesi’nde “Kadın Şenliği” düzenlediler ve “Bağır! Herkes Duysun” kitabını bastılar. Tüm bunlar kadına yönelik erkek şiddetinin politikliğini ortaya koyarken sürdürülebilir dayanışmanın gerekliliğini de gösterdi ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990 yılında kadınların gönüllü katkılarıyla kuruldu. Mor Çatı 1990 yılından bu yana dayanışma merkezinde ve üç farklı sığınak deneyimi ile feminist yöntemlerle gönüllülük ilkesi temelinde kadından kadına dayanışmayı kuruyor ve buradan edindiği deneyim ile feminist politika üretiyor.
Kadına yönelik erkek şiddetine karşı mücadele ederken erkek şiddetinin münferit bir olay değil, toplumsal ve politik bir sorun olduğunu ve bunun toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığını görmek ve söyleyebilmek için feminizme ihtiyacımız var. Neden feminizme ihtiyaç duyduğumuzu tartışmadan önce, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ne olduğunu ve kadınlar üzerindeki etkilerini konuşarak başladık buluşmaya. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınları gerek evin içine hapsederek, gerekse emeklerini sömürerek kadınların bu eşitsizliğe başkaldırma alanlarını daraltıyor ve böylece kendini yeniden üretiyor. Erkek şiddeti hem bu eşitsizliğin bir yansıması hem de erkekler için bu eşitsizliği mümkün kılmanın bir aracı. Feminizm cinsiyetler arası eşitsizliğe türlü türlü alanlarda işaret edip mücadele edebilmemizi sağlıyor. Erkek şiddeti ile mücadele ederken ve kadınlarla dayanışma kurarken benimsediğimiz feminist ilkeler, erkek şiddetini kadınların bir suçu olarak görmememizi, kadınları yargılamamamızı, dayanışma esnasında herhangi bir hiyerarşi kurmayıp birlikte güçlenmemizi sağlıyor. Ve yine aynı şekilde Buluşma esnasında da farklı farklı şekillerde gelen “neden bu mücadelenin içine erkekleri de dahil etmiyoruz” sorusu da kendiliğinden yanıtlanıyor. Erkek şiddetine karşı dayanışma kurarken aslında erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini devam ettirmek için şiddet uyguladıklarını söylüyoruz ve erkeklerin ve buna imkan tanıyan patriyarkal sistemin değişmesi için mücadele veriyoruz. Biz kendi feminist mücadelemizde bu değişimi kadından kadına dayanışma ile getirmeyi seçiyoruz.