Avrupa Şiddete Karşı Kadınlar Ağı (WAVE – Violence Against Women Europe Network) 24. Konferansı 10-11 Ekim’de Prag’da gerçekleştirildi. Konferans “Kriz zamanlarında ve ötesinde barışın temeli olarak özellikli sosyal destek hizmetleri” başlığıyla gerçekleşti. Herkesin katılımına açık olan ilk gün, sabahki açılış konuşmalarının ardından özellikli kadın destek hizmetlerinin faaliyet gösterdiği standartlar ve yasal çerçeveler başlıklı panel ile başladı. Öğleden sonra gerçekleşen “Sürekli değişen koşulları yönetebilmek: Özellikli kadın destek hizmetlerinde zorluklar ve fırsatlar” başlıklı panelde arkadaşımız Selime Büyükgöze Mor Çatı deneyimini aktardı. Türkiye’de süregiden krizler ve bunlara karşı geliştirdiğimiz baş etme stratejilerini aktardık. Mor Çatı’nın bağımsız bir feminist örgüt olarak alanda çalışma deneyimini Avrupa’da çok yaygın olan devlet ve kamudan kaynak alarak çalışan deneyimin karşısında bir alternatif olarak tartıştık.
Konferansın ikinci gününde Rusya’da bulunan INGI/Crisis center for women (Kadınlar İçin Kriz Merkezi) örgütü ile birlikte “Belirsizlik Dönemlerinde Çalışmayı Sürdürmek: Sürekli Krizlere Karşı Feminist Mücadeleler” başlıklı bir atölye düzenledik. Atölyede öncelikle INGI’dan Oleksandra Nazarova, Rusya’da şiddetle mücadelede son duruma dair bir sunum yaptı. Süren Ukrayna savaşının çalışmalarına etkisini, geleceğe yönelik devam eden endişe ve belirsizlik duygularını ve belirsizlik dönemlerinde mücadeleye devam edebilmek için geliştirdikleri yöntemleri paylaştı. Daha sonra Mor Çatı’dan arkadaşımız Gülsun Kanat, atölye başlığında da kullandığımız sürekli kriz ifadesinin neleri içerdiğini açarak sunumuna başladı. Türkiye özelinde kadınlarla birebir dayanışma kurarken deneyimlediğimiz ekonomik kriz, göç, otoriterleşme, pandemi ve kadınların psikolojik ve fiziksel sağlığı konularındaki çoklu ve katmanlı krizlerin kadınları nasıl etkilediğini ele aldı. Bu bağlamlarda şiddetle mücadele ederken geliştirdiğimiz mücadele yöntemlerimizin üzerinden geçti. Bir yandan devlet kurumlarına baskı uygularken bir yandan da kurumsallaşmanın yokluğunda kimi durumlarda kişilerle kurduğumuz ilişkilerle nasıl çözümler üretmek durumunda kaldığımızı aktardı. Hiyerarşik olmayan, rotasyona dayanan, profesyonelleşmekten kaçınan kolektif feminist çalışma yöntemimizin her yeni krize adapte olmamızı nasıl mümkün kıldığını örneklerle anlattı. Hem Türkiye içinde hem de ulusal sınırları aşan şekilde feminist dayanışmanın sürekli krizle mücadele ederken bize kazandırdığı karşılıklı güçlenme hissini vurguladı.
Hem ilk gün yapılan panelde hem de ikinci günkü atölyede deneyimlerimize dair yaptığımız aktarımlarda özellikle devletten ekonomik ve politik olarak bağımsız şekilde çalışma yürütmemiz tartışmanın merkezindeydi. Feministler olarak uzun yıllardır dünyanın her tarafında hem teorik hem pratik olarak yürüttüğümüz devletle kurulan ilişkiye dair tartışmaların bu yıl özellikle Avrupa’da da yaygınlaşan ve güçlenen sağ muhafazakar hükümetlerle birlikte alevlendiğini görmüş olduk. Devletten aldıkları ekonomik desteklerle çalışan birçok feminist örgütün bu yeni hükümetlerle birlikte çalışmalarının nasıl etkileneceğine dair endişeler taşıdığını dinledik ve Türkiye özelinde feministler olarak takip ettiğimiz bu bağımsızlık vurgusunun aslında çalışmanın sürdürülebilir olması için ne kadar da hayati olduğuna dair yorumlar yapıldı.