Mor Çatı bir basın toplantısıyla İzleme Raporu’nun sonuçlarını paylaştı. Rapor yeterli destek alamayan kadınların, şiddet ortamına geri dönmek zorunda kaldıklarını, tehdit altında olduklarını ortaya koyuyor. Yapılan açıklamada kadına karşı şiddetle mücadelenin bütüncül yaklaşım gerektirdiğine, yeni şiddet yasasının “kadın”ı değil, “kadının aile içindeki yerini” koruduğuna dikkat çekildi. Toplantıya gazeteci yazar Şebnem İşigüzel ve oyuncu İpek Bilgin’in de katıldılar.
Mor Çatı bir basın toplantısıyla İzleme Raporu’nun sonuçlarını paylaştı. Rapor yeterli destek alamayan kadınların, şiddet ortamına geri dönmek zorunda kaldıklarını, tehdit altında olduklarını ortaya koyuyor. Yapılan açıklamada kadına karşı şiddetle mücadelenin bütüncül yaklaşım gerektirdiğine, yeni şiddet yasasının “kadın”ı değil, “kadının aile içindeki yerini” koruduğuna dikkat çekildi. Toplantıya gazeteci yazar Şebnem İşigüzel ve oyuncu İpek Bilgin’in de katıldılar.
Mor Çatı, Avrupa Birliği’nin finansal destek sağladığı proje kapsamında Nisan 2010-Aralık 2011 tarihleri arasında yaklaşık 850 kadınla dayanışma kurdu. Bu dayanışma çerçevesinde kadınlar, çocuklarıyla birlikte hukuki ve psikolojik destek aldılar. Haklarının farkına varıp bunları kullanabilmek için devlet kurumlarına başvurdular. Kendilerine gerekli durumlarda refakat edildi, hukuk davaları izlendi. Kadınların tanıklıklarından yola çıkarak hazırlanan İzleme Raporu aşağıdaki sonuçları ortaya koydu:
. Kadına karşı şiddetle mücadele amacıyla imzalanan uluslararası sözleşmelerin, yasaların, Başbakanlık genelgesinin, üçlü protokolün varlığına karşın kadınlar yakınları olan erkekler tarafından şiddet görmeye, hatta öldürülmeye devam etmektedir. Yasaların uygulanamamasının nedenleri;
. Yasalarda, uygulamaların kadından yana olmasını engelleyen boşlukların bulunması, örneğin Belediyeler Yasası’nda sığınakların açılmasına ilişkin madde bulunmasına rağmen yaptırımının olmaması, bu nedenle sığınakların bu maddenin yürürlüğe konduğu 2005 tarihinden beri yeterli sayıya ulaşamaması.
. Kolluk kuvvetleri, hâkim, savcı ve avukatlar, sosyal hizmet uzmanları, sağlık çalışanları başta olmak üzere meslekleri itibariyle kadına karşı şiddetle mücadele etme gerekliliği bulunan görevlilerin erkeği koruyan bakış açısını ısrarla muhafaza etmeleri. Bunun sonucunda kadınların karakolda hakları ile ilgili bilgilendirilmemeleri, sığınakta yeterince güçlendirilmemeleri ve şiddet ortamına geri dönmek zorunda kalmaları.
. Kaynakların kadınlardan yana kullanılmaması, gerekli bütçelerin ayrılmaması, kamu görevlilerinin mesleki eğitimlerinin yapılmaması.
. Uygulamaların bir bütünlük içinde ele alınmaması, şiddetle mücadelenin kadınların çalışma yaşamından eğitime kadar çeşitli alanlarda güçlendirilmesi ile ilişkisinin kurulmaması. Kadına karşı şiddetle mücadele edildiği söylenmesine karşın, bir yandan da namus, kıskançlık gibi gerekçelerle şiddetin meşrulaştırılması, kadınlara kaç çocuk doğuracaklarının söylenmesi, geleneksel bakıcı ve ev işlerinden sorumlu konumlarının sürdürülmesi.
Kadına karşı şiddetle mücadeleye bütüncül yaklaşılmalı
Biz kadın örgütleri olarak kadına karşı şiddetle mücadelenin çok boyutlu sürdürülmesinden yanayız. Çünkü şiddet toplumda var olan kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliklerle, erkeklerin egemenliği ile yakından ilişkilidir. Türkiye’nin de imzacı olduğu başta CEDAW ve hükümetin ilk imzacı olunmasından övündüğü İstanbul Sözleşmesi olmak üzere uluslararası sözleşmeler bunu belirlemiştir. Toplumun her alanında görülen eşitsizliklere karşı mücadele etmeden kadına karşı şiddetle mücadelede yol almak çok güçtür. Örneğin kadınların büyük bir bölümü sosyal güvenceden yoksundurlar, toplumda bakım ve ev işlerinden sorumlu oldukları için ekonomik bağımsızlıkları da yoktur. Bu da şiddet ortamının dışına çıkabilmelerini güçleştirmektedir. O yüzden şiddetle mücadele politikaları, kadınların barınma, çalışma, eğitim gibi temel haklardan yararlanmaları ile yakından ilişkilidir.
Bir başka örnek kolluk ve adalet görevlilerinin tutumlarıdır. Kamu görevlileri toplumda yaygın cinsiyetçi bakışa sahip oldukları için kadın karakola başvurduğunda, ya da koruma emri için savcılığa başvurduğunda sorgulanır. “Bir tokattan ne çıkar” denilir, “yuvayı dişi kuş yapar” denilir. Kamu görevlilerine bu bakış açılarını değiştirecek mesleki eğitimler verilmezse kadına karşı şiddetle mücadelede yol alınamaz, çünkü bu görevlilerin karşı karşıya geldikleri kadınlara yeterli destek sağlanamaz. Bütüncül yaklaşımdan kastımız budur.
Mor Çatı tarafından yapılan açıklamada “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele” yasa tasarısı da değerlendirildi ve konuyla ilgili aşağıdaki görüşlere yer verildi:
Bilindiği gibi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bir süredir kadına karşı şiddetle mücadelede önemli bir adım olarak sunulan şiddet yasası üzerinde çalışmakta. 19 Eylül’den bu yana biz kadın örgütleri ile de toplantılar düzenlendi ve yaşanan sorunları yakından bilen bizler, hazırladığımız taslağı Türkiye’nin dört bir yanındaki 236 kadın örgütünün imzasıyla Bakanlığa ilettik. Bu taslak kabul edilmedi ancak kendilerinin hazırlamış olduğu taslak üzerinde çalışabileceğimiz söylendi. Bunun üzerine bakanlık yetkilileri ile geceli gündüzlü çalışarak tek tek her madde üzerinde görüşlerimizi belirttik, taslak üzerinde düzenlemeler yapıldı ve taslak Bakanlar Kurulu’nda imzaya sunuldu. Fakat sevinmemize fırsat kalmadan 24 Şubat’ta Meclis’e bambaşka bir taslağın gönderildiğini gördük. Taslağın adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak değiştirilmişti. Oysa bizler kadınların aile içi şiddet yaşadıklarında önce ailenin dışına çıkmaya çalıştıklarını, bu süreçte hem ailenin, hem kadının korunamayacağını, bunun temel bir yaklaşım olduğunu, dünyadaki hiçbir örnekte de şiddetle mücadele yasalarının adının böyle konulmadığını defalarca söylemiştik.
Bir başka talebimiz Türkiye’nin bu konuda imzaladığı uluslararası sözleşmelerde olduğu gibi kadına karşı şiddetle mücadelede kadın erkek eşitsizliğine atıf yapılması, bununla mücadele edileceğinin belirtilmesiydi. Ancak ne yazık ki hayretle üzerinde çalıştığımız taslakta yer alan, “kadın erkek eşitliği”, “fiili eşitlik”, “toplumsal cinsiyet”, “ev içi şiddet” kavramlarının ortadan kaldırıldığını gördük. Kadın erkek eşitliği, fiili eşitlik kavramlarından korkularak şiddetle mücadele edilemez. Nitekim aynı mantıkla “koruma tedbir kararı”nın hakimler tarafından bir an önce verilebilmesinin önüne de engel konmuştur. Şiddet yaşayan kadınların sorgulanmasının yolu açılmış, belki de yeni cinayetlere ortam yaratılmıştır. Çünkü hakimlerin tedbir kararı verirken delil arayabilecekleri yasanın maddeleri arasına girmiştir.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün eşiğinde olduğumuz şu günlerde, Meclis’e sunulan taslağın Türkiye’de inanılmaz boyutlara varan kadına yönelik şiddeti engelleyemeyeceğini görüyoruz. Şiddeti eşitsizliklerden kaynaklanan bir sorun olarak görmeyen, bununla ciddiyetle mücadele etme hedefi bulunmayan bir yasayı kabul etmiyoruz.