Bu rapor Birleşmiş Milletler Kadına ve Kız Çocuklarına Yönelik Şiddet, Nedenleri ve Sonuçları Özel Raportörü’nü velayet davaları, kadına yönelik şiddet ve çocuklara yönelik şiddet konularında bilgilendirmek amacıyla yazılmıştır.
Türkiye’de velayet davalarında “ebeveyne yabancılaştırma sendromu” suçlamaları
Türkiye’de “ebeveyne yabancılaştırma sendromu” Avrupa ve Amerika’da kullanıldığı haliyle yaygın olarak kabul edilen bir terim değildir. Ancak kavramın temsil ettiği bakış açısı aile odaklı uzmanları ve bu şekilde düşünen hakimleri de arkasına alarak yargı süreçlerinde kadınların aleyhine kararların çıkmasına sebep olmaktadır.
Bu kavram yaygın olarak kullanılmamakla birlikte bazı çekişmeli boşanma davalarında karşımıza çıkabilmektedir. Bu davalarda erkeklerin, kadınları mahkeme önünde kusurlu göstermek, yıldırmak ve üzerlerinde baskı kurmak için çocukları babaya karşı yabancılaştırmakla suçladığı, ebeveyne yabancılaştırma sendromu (eys) terimini kullandıkları görülmektedir. Türkiye’de bilindiği gibi toplumsal olarak erkeklerin çocuk bakımı ve çocuğun iyilik hali konusunda sorumluluk almamaları ve çocuğun sorumluluğunu neredeyse tek başına kadınların taşıması normalleştirilmiştir. Mahkemelerin çocuklar için bağladığı nafaka miktarları da erkeklerin gelirleri, çocukların ihtiyaçları ve ülkenin ekonomik durumu ile orantısız ve azdır. Fakat, hakimler bütün bunları göz ardı ederek kadınların çocukları babaya karşı yabancılaştırdıkları türündeki iddiaları daha fazla dikkate almaktadırlar. Cinsiyetçi yargı erki, kadına uygulanan erkek şiddetinin çocuklara olan yansımalarına ve erkeklerden çocuklara yönelen psikolojik şiddete duyarsız kalmaktadır. Anneye uygulanan şiddetin çocuğa da uygulanmış olduğu, çocukların ev içi şiddetin her halükarda doğrudan mağduru olduğu gerçeği yok sayılmaktadır.[1] Yargının erkek egemen bakışı çocukların bu süreçteki ihtiyaçlarının bütününü görmeye engel olmakta, babalar tarafından yöneltilen suçlamalar değerlendirilirken babaların uyguladığı şiddet ve etkisi değerlendirmeye alınmamaktadır. Dolayısıyla kadınlar aleyhindeki cinsiyetçi önyargılar bir tür çifte standarda sebebiyet vermektedir. Bu noktada, ebeveyne yabancılaştırma sendromu ibaresi, çocukları çekişmenin bir parçası haline getirerek davada kadınlara karşı üstünlük kurmak ve gerçekte yaşanan ev içi şiddet olgusu ve ihmalin üzerini örterek mahkemeyi manipüle etmek için erkekler tarafından kullanılabilmektedir. Oysa kadınlar ve çocuklar bu kararlardan psikolojik, sosyal, ekonomik açılardan etkilenmekte ve can güvenliği riski yaşayabilmektedirler. Babanın çocuğun yetişmesinde yeterli sorumluluk almadığı, emek vermediği veya eşe ve çocuğa şiddet uyguladığı durumlarda olası yabancılaşmanın, annenin yönlendirmesinden bağımsız olduğunun nitelikli uzman raporlarıyla tespiti gerekmektedir.
Kadınlar ilk olarak ayrılık kararını dahi zor almakta, çocuklar babalarından yani diğer ebeveynden ayrı kalmasın diye şiddete katlanmaya devam edebilmektedirler. Kadınların çocuğun babası ile ilişkisini onarmak için gayret gösterdiği hatta bu sebeple şiddet yaşadığı ilişki içinde uzun süre kaldığı bilinmektedir. Bu da kadınların son raddeye kadar “babaya yabancılaştırma” diye tanımlanan sistematik durumun tam tersine bir çaba verdiğini göstermektedir.
Bunun yanı sıra, ayrılık süreçlerinde ya da boşandıktan sonra, aslında baba çocuğu görmek istese çocukla babayı buluşturmak konusunda sorun olmadığını, çocuğunu babasına göstereceğini söyleyen anneler de olmasına rağmen babalar bu görüş günlerini kullanmamaktadır. Bunun aksine görüş günü olmayan zamanlarda çocuğu kaçırmaya çalıştıklarını, okulundan geri bıraktıklarını, bu süreçte çocuğa fiziksel ve ruhsal zarar verebildikleri görülmüştür. Burada da babaların asıl hedeflerinin çocuklarıyla bağını sürdürmek değil, “velayet meselesini” bir şiddet aracı haline getirmek olduğu görülmektedir.
Riskli durumlara rağmen babaya çocukları görüş hakkı verilmesi
Türkiye’de son yıllarda aile mahkemeleri velayet ve görüş hakkı kararlarında kadına yönelik şiddetin varlığı, çocuklar üzerindeki etkisi ve kadın ve çocuklar için risk değerlendirmesi yapmadan, çocuğun yüksek yararını gözetmeden, “aile bütünlüğü”nü korumak adına, babalar için görüş hakkı vermektedir.
Annenin çocuğu babaya teslim ettiği günler anne ve çocuklar için riskli durumlar yaratmaktadır. Mor Çatı’ya başvuran kadınların deneyimleri arasında, erkeklerin teslim zamanlarında anneyi sözlü veya silahla tehdit ettiği, sonrasında anneyi takip edip yerini bulduğu durumlar olduğu görülmüştür. Bu durumun münferit olmadığı bilinmektedir. Örneğin; 29.9.2021’de Anayasa Mahkemesi’nde karar verilen bir davada (B. No: 2017/32972)[2] kamu görevlilerine ilişkin süreç yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının koruma ve etkili soruşturma yükümlülüğü bakımından ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu karara göre, S.E. kocası V.A. dan 2013 yılında boşanmıştır. Boşanma davasında Aile Mahkemesi müşterek çocuğun velayetinin anneye ait olmasına ve her hafta sonu babayla görüşmesine hükmetmiştir. Gerek boşanma davasına dair yargılama sürecinde gerekse boşanma kararı verilmesinin ardından yaşanan süreçte V.A. şiddet uygulamaya devam etmiş, S.E. müşterek çocukla ilişkinin sonlandırılması gerektiğini ileri sürmüştür ancak bu talep reddedilmiştir. S.E. son tedbir kararının bittiği gün eski eşi tarafından ebeveyn görüşmesi için müşterek çocuğun teslimi esnasında öldürülmüştür.
Babalar annenin yaşadığı yerin bilgisini öğrenmek için çocuklar üzerinde baskı kurmakta ve hatta bazen çocukları kaçırarak anneyi geri dönmesi için tehdit etmektedir. Can güvenliği riski yaratan bir başka durum ise, babanın görüş zamanlarında anneyi suçlayarak çocuklara çeşitli vaatlerde bulunması veya anneye zarar vereceği, öldüreceği gibi çeşitli tehditlerle korkutması üzerine çocukların kaldıkları sığınağı ya da 6284 sayılı Kanun kapsamında gizlenen adres bilgisini paylaştığı durumlar yaşanmaktadır. Özellikle kadın ve çocuğun sığınakta kaldığı durumlarda adres gizliliğinin ihlali, sadece bahsi geçen kadın ve çocuğun değil sığınakta kalan tüm kadın ve çocuklar ile sığınak çalışanlarının can güvenliğini de riske etmektedir.
Erkekler çocuklarla görüş zamanlarında çocuklarla ilgilenmediği gibi, anneyle ilgili suçlayıcı ithamlarda bulunarak çocukları anneye karşı yabancılaştırmaya çalışmaktadır.
Her ne kadar hükümet tarafından, bu sorunlara ilişkin çocuk teslim merkezleri kurulduğu belirtilse de bu merkezlerin hala işlemediği, alanda çalışan uzmanların konuyla ilgili yeterli bilgi ve deneyiminin de olmadığı görülmektedir. Ayrıca, yukarıda bahsedildiği gibi babayla görüşmeleri sırasında çocukların şiddete maruz kalmaya devam ettiği düşünüldüğünde çocuk teslim merkezleri çocukların ve kadınların yaşadığı güvenlik riskinin azalmasında etkili olmamaktadır.
Velayet talebinin ayrılık sonrası psikolojik şiddete araç olarak uygulanması
Erkekler çocukları kadınlara uyguladıkları şiddetin aracısı olarak kullanmaktadır. Türkiye’de kadına yönelik şiddet durumlarında velayet davalarının nasıl etkilendiğine bakılacak olursa, erkeklerin ayrılık öncesi kadınları, çocukları almakla tehdit ettiği, kadınların ayrılmaya karar vermesinden sonra velayet talebinde bulunarak kadınları kontrol etmeye ve çocukları şiddetin aracı olarak kullanmaya devam ettiği gözlemlenmektedir. Birliktelik süresince çocukla ya da çocuklarla ilgili hiçbir maddi ya da manevi sorumluluk almayan babalar, ayrılık süreçlerinde yalnızca kadınlar üzerindeki gücü ve kontrolü sürdürmek için velayet, görüş hakkı gibi taleplerde bulunmaktadır. Bununla birlikte, erkekler uyguladıkları şiddeti normalleştirdiği için görüş hakkı, velayet gibi konularda kendilerine haksızlık yapıldığını düşünmektedirler. Hatta bütün dünyada güçlenen toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin Türkiye özelinde bir yansıması olarak bu gruplar bu “mağduriyet” söylemi etrafında “nafaka mağduru babalar” ya da “boşanmış babalar” isimleriyle örgütlenmektedir. Oysa ev içi şiddet durumlarında, çocuklar şiddete tanık olmanın yanı sıra, aynı zamanda şiddete maruz kalmaktadırlar. Kadınlar çocukların babalarının yanında güvende olmamalarından endişelenerek babaya göstermek istemediğinde bunun için suçlanmaktadırlar ve bu sebeple göstermeye mecbur kalmaktadırlar.
Babanın doğrudan şiddetinin yanı sıra, ihmali de yasalarca tanınmayan ve cezai yaptırımı olmayan fakat çocukların ruhsallığında etkisi büyük olan önemli bir konudur. Bazı durumlarda güvenlik riskleri olsa dahi, kadınlar çocukları babalarından uzaklaşmasın diye görüştürmeye çalışsalar da babalar şiddet yaşantısı devam ederken olduğu gibi, ayrılık sonrasında da çocuklarını ihmal edip ilgilenmemekte, görüşlere gelmemekte veya nafakalarını ödememektedirler.
Tedbir kararlarında geçici velayet ve geçici nafakanın verilmemesi
BM Çocuk Hakları Komitesine hazırladığımız gölge rapor için yaptığımız izleme çalışmalarında; 6284 sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında sağlanması gereken geçici velayet, geçici nafaka gibi haklara
uygulamada hemen hiçbir zaman verilmediği, bunlarla ilgili taleplerin kabul edilmediği ya da bu talepte bulunmanın caydırıcı yaklaşımlarla engellendiği tespit edilmiştir. Rapor için yaptığımız görüşmeler sırasında, aile odaklı politikalar çerçevesinde geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini merkeze alan erkek egemen anlayış ile çalışan kamu görevlilerinin (kolluk güçleri, savcılar, hakimler vs.) ev içi şiddetin etkilerine maruz kalan çocuklara yönelik olarak “aile bütünlüğü”nü merkeze aldıkları ve aile bütünlüğünü önceleyen anlayışı kadınların şiddetsiz bir hayat sürmelerinin önüne koydukları sıklıkla ifade edilmiştir. 6284 sayılı Kanun kapsamında geçici velayet hakkı için yapılan başvuruların çoğu aile mahkemesi hakimlerince kadının şiddet beyanını hiçe sayarak ve kanuna aykırı şekilde, velayet talebinin boşanma dosyasında talep edilmesi gerektiği ve şiddetin henüz kanıtlanmadığı gerekçesiyle reddedilmektedir. Halbuki 6284 sayılı Kanun herhangi bir kanıt istemeden tedbir kararlarına hükmedebilmektedir.
Geçici velayet kararlarının çıkmaması, özellikle göçmen kadınlar için ayrı bir zorluk yaratmaktadır. Geçici velayet kararıyla çocuklarıyla birlikte kendi ülkelerine dönmeleri mümkün olabilecekken, bu karar çıkmadığı için Türkiye’de uzun süreler boyunca kalmak zorunda bırakılmaktadırlar.
Velayet davalarında çocukların görüşlerinin alınması ve uzmanların rolü
Boşanma davalarında çocukların velayetine ve nafaka takdirine ilişkin süreçlerde çocuğun üstün yararı ilkesinin gözetilmemektedir. Her ne kadar Adli Görüşme Odaları Yönetmeliği bulunsa da bu uygulamanın Medeni Kanun’da yasal dayanağının olmaması çocukların dinlenmesi konusunda hâkime geniş bir takdir yetkisi vermektedir. Bununla beraber mevcut uygulamada Adli Görüşme Odalarının, tüm hassas grupların ihtiyacını karşılaması beklenirken, cinsel şiddet mağdurlarının dinlenmesi dışında kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Ev içi şiddetin yaşandığı dosyalarda çocukların adliye ortamında psikolojik olarak zorlandıkları, raporların ayrıntılı incelemeleri içermediği ve mahkemelerde çocuklar dinlenirken ruh sağlıklarının gözetilmediği anlaşılmaktadır. Aile mahkemeleri bünyesinde pedagog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarının bulunduğu, bu kişilerin velayet ve çocukla kişisel ilişki kurulması konularında rapor düzenlemekle görevli oldukları, buna rağmen aile mahkemesi hakimleri tarafından takdiren duruşmalar sırasında anne-baba önünde çocukların beyanlarının alınarak çocuklara sorumluluklar yüklendiği kadına yönelik şiddet alanında çalışan avukatlar tarafından aktarılmaktadır. Çocukların yoğun şiddet yaşadıkları baba ile görüştürülmeleri aile odaklı açıklamalar veya çocuğun baba eksikliği ile yaşayacağı etkiler gibi gerekçelerle meşrulaştırılmakta ve çocuğun kendisine ya da annesine şiddet uygulayan bir baba ile görüştüğünde yaşayacağı kaygı, korku gibi travmatik etkiler hiçbir şekilde göz önünde bulundurulmamaktadır. Uzmanların görüşlerinin ise hakimler tarafından yeterince dikkate alınmadığı, hakimlerin uzman görüşüne rağmen çocuğun yararını gözetmeksizin babayla ilişkisini tesis ettiği uygulamalar olduğu görülmektedir. Ayrıca çocuklar hakkında sosyal inceleme raporları hazırlayan uzmanların çocukların fiziksel ve ruhsal iyilik halini gözetmekten uzak, çocukları baba ya da anneden hangisini tercih ettiği konusunda sıkıştırmaya varan, sonuç odaklı görüşmeler yaptıkları görülebilmektedir.
ÖNERİLERİMİZ
- BM Çocuk Hakları Komitesi’nin Türkiye’nin birleştirilmiş dördüncü ve beşinci periyodik raporlarına ilişkin Sorular Listesi’nin 3(b) maddesi gereğince, çocuğun yüksek yararının öncelikli olarak gözetilmesi hakkının tüm yasama, idari ve yargısal işlem ve kararlarda bütünlüklü olarak uygulanması, tutarlı bir şekilde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamak için önlemler alınması
- BM Çocuk Hakları Komitesi’nin Türkiye’nin birleştirilmiş dördüncü ve beşinci periyodik raporlarına ilişkin Sorular Listesi’nin 5(c) maddesi gereğince, çocuğa yönelik her türlü şiddet olayını farketmek ve etkin bir şekilde müdahale etmek için sosyal çalışmacı ve öğretmenler de dahil olmak üzere ilgili profesyonellerin farkındalığını artırmak için önlemler alınması
- BM Çocuk Hakları Komitesi’nin Türkiye’nin birleştirilmiş dördüncü ve beşinci periyodik raporlarına ilişkin Sorular Listesi’nin 5(d) maddesi gereğince, özellikle sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar da dahil olmak üzere profesyonellerin sayı ve kapasitelerinin artırılması ve çok kurumlu işbirliği yoluyla şiddet mağduru çocuklara yönelik çocuk dostu soruşturma ve hizmetlerin güçlendirilmesi için önlemler alınması
- Tüm hukuki süreçlerde çocuğun yüksek yararı ilkesi gözetilmelidir. Adli Görüşme Odaları gibi uygulamalardan ev içi şiddet vakaları da dahil olmak üzere tüm çocukların yararlanması sağlanmalı ve adli süreçlerde çocukların ikincil mağduriyetlerini ortadan kaldıracak her türlü önlem alınmalı, uygulayıcılardan kaynaklanan herhangi bir sorun olması durumunda gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır.
- Tüm yargı personeline ev içi şiddetle mücadele konusunda hak temelli eğitimler verilmelidir. Bu eğitimlerin etkinliğini ölçmek ve değerlendirmek için bir sistem kurulmalıdır.
- Ev içi şiddetin yaşandığı ailelerde, çocukların bu şiddetin sadece tanığı değil aynı zamanda maruz kalanı olduğunu kabul ederek, velayet davalarında kadınları ve çocukları koruyucu, can güvenliklerini önceleyen kararların alınması.
- Babanın çocukları ihmal ettiği durumlardan kaynaklı babaya yabancılaşma durumları olduğunda, çocuğu koruyan tedbirler alınarak ve uzman eşliğinde kişisel ilişki kurulması.
- Babanın çocuğu ihmal ettiği, ebeveynlik sorumluluklarını yerine getirmediği durumlarda da mevcut kanunlar uygulanarak yaptırımların olması.
- Güvenlik risklerinin olduğu durumlarda, eğer görüş hakkı verilmişse, çocuk teslim merkezleri gibi çocuğun babaya teslim edildiği değil, çocuğun babayla uzman eşliğinde görüşeceği, çocuk ve annenin zarar görmediğinden emin olunacak şekilde görüşmelerin yapılabileceği modellerin oluşturulması.
[1] https://morcati.org.tr/izleme-raporlari/turkiyede-erkek-siddetinin-ve-erkek-siddetiyle-mucadele-mekanizmalarinin-cocuk-haklarina-etkisi-raporu/
[2] https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32972