Skip to main content

2001 yılına kadar yürürlükte olan Eski Medeni Kanun’da kadının ve erkeğin görevleri tek tek sayılmaktaydı. Erkeğin görevi evi seçmek, eş ve çocuklara bakmak iken kadının görevi eve bakmak ve gücünün yettiği kadar kocasına yardımcı olmak idi. Ayrıca evlilik birliğini kocanın temsil ettiği açık açık yazıyordu. “Medeni“ kanunumuz velayet konusunda da kocanın lehine davranmış  ve eşlerin velayet ile ilgili konularda anlaşamaması halinde babanın oyunu üstün kabul etmişti.

Erkeği evlilik birliği içerisinde üstün gören bu anlayış kadın örgütlerinin mücadelesi ile 2001 yılında yapılan köklü değişiklik ile ortadan kaldırıldı. Artık eşlerin evlilik birliğini birlikte yönetecekleri, birlikte temsil edecekleri anlayışı getirildi.

Eski kanundaki kadının evdeki emeğini görmezden gelen bakış açısı terk edildi. Kadının evde kalarak, ev işlerini görme, kocaya, eve ve çocuklara bakma yoluyla harcadığı emek evlilik birliğine mali katkı olarak değerlendirildi. Bunun sonucu olarak da evlilik birliği içerisinde satın alınan mallar erkek tarafından ve erkeğin adına alınsa dahi, kadına edinilmiş mallara katılma rejimi uyarınca bu mallardan hak talep etme imkânı getirildi.

Bununla birlikte eşlerin birlikte yaşadıkları konut, “aile konutu” olarak nitelendirildi ve kadınlara Tapu Müdürlüğü’ne giderek bu konut üzerine aile konutu şerhi koydurma hakkı verildi. Bu şerh ile artık koca, eşinin rızasını almadan aileye tahsis edilen bu konutu devredemeyecek, konut kira yoluyla kullanılıyorsa eşine danışmadan kira sözleşmesini feshedemeyecek ya da ev üzerinde bir takım sınırlı ayni haklar (ayni hak: 3. bir kişiye tanınan konutta ölünceye kadar oturma, konutu kullanma, gelirinden yararlanma vb. haklar) kuramayacaktır.

Önceden kadının evlilik ile birlikte kendi soyadını kullanma imkânı yokken, yeni kanun ile kadınlar kocanın soyadının yanında, kendi soyadını da kullanma hakkını kazandı.1 Ne yazık ki halen kadınlar yalnızca kendi soyadını kullanmak isterlerse bunu yerel mahkemelerde Nüfus Müdürlüğü’ne ve kocaya karşı dava açarak sağlayabiliyorlar. Bunun yanı sıra, boşanmanın ardından çocuğunun velayetini alan kadınlara çocuklarına kendi soyadını verebilme imkanı getiren Anayasa Mahkemesi kararı da kadınların medeni hukuk alanındaki önemli kazanımlarındandır. Yargıtay da bu doğrultuda karar vererek; boşanmış kadının, velayeti kendisine verilmiş çocuğuna kendi soyadının verilmesini, velayet hakkına dayanarak Aile Mahkemesi’nden isteyebileceğini belirtmiştir.

1992 yılına kadar evli bir kadın ancak kocasının açık veya örtülü izni ile bir iş veya sanatla uğraşabilmekteydi. 1990 yılında çalışan bir kadın kocasından boşanmak için dava açtığında kanundaki bu maddeyi fırsat bilen koca, eşinin çalışmasını yasaklamıştı. Kadın bunun üzerine mahkemeye başvurmuş ve mahkeme kadının iddiasını haklı görerek konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştı. Anayasa Mahkemesi bu maddeyi hem kadının kişilik haklarını ihlal ettiği hem de kadın erkek eşitliğine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmişti.

Kısa kısa Medeni Kanun’daki hak kazanımlarımız :

  • Evlilik birliğini eşler beraber yönetirler.
  • Eşler oturacakları evi birlikte seçerler. Kadın evlilik öncesindeki soyadını kocanın soyadı ile birlikte nikah işlemleri sırasında yapacağı beyana dayanarak kullanabilir. Ancak kadın, yalnızca kendi soyadını kullanmak istiyorsa yerel mahkemede dava açarak bu imkandan yararlanabilir.
  • Eşler velayeti birlikte kullanırlar. Evlilik dışında doğan küçüğün velayeti anneye aittir. Ayrıca boşanmanın ardından velayeti alan kadının çocuğuna kendi soyadını vermesi mümkündür
  • Eşlerden biri meslek ve iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda değildir. Miras paylaşımından erkek ve kız çocukları arasında eşitlik bulunmaktadır.
  • Yürürlükte olan edinilmiş mallara katılma rejimine göre 2002 yılından itibaren her eşin evlilik birliği içinde kendi emeğiyle elde ettiği malvarlığı değerleri (edinilmiş mallar) evliliğin sona ermesi halinde eşit olarak paylaşılır. Kişisel mallar ve miras yoluyla intikal eden mallar ise paylaşıma girmez.
  • Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıklarıyla birlikte katılırlar.
  • Kanunda evlilik için 18 yaşını doldurma şartı getirilmiştir. Ancak, veli veya vasinin izniyle 17 yaşından, olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple hakim kararıyla 16 yaşından gün alan erkek veya kadının evlenmesine izin verilebilir.
  • Yeni Medeni Kanun’da sağ kalan eş ölen eşine ait olan, birlikte yaşadıkları konut üzerinde, kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa ya da oturma hakkının tanınmasını isteyebilmektedir.
  • Yeni Medeni Kanun’da, eşlerden biri diğerinin açık rızası olmadan “aile konutu” üzerindeki tasarruflarına sınırlandırma getirebilmektedir. Aile konutu kiralık bir konut dahi olsa diğer eşin rızası olmadan kira akdi feshedilemez.

2- CEZA KANUNU

1990 yılına kadar seks işçilerine nitelikli cinsel saldırıda bulunulması halinde tecavüz edenin cezası 1/3 oranında indirilmekteydi. Yani seks işçisi olmayan bir kadına nitelikli cinsel saldırıda bulunana 9 yıl ceza verilirken seks işçisine nitelikli cinsel saldırıda bulunana 3 yıl ceza veriliyordu.2 Ancak kadın örgütlerinin mücadelesiyle 1990 yılında bu madde Ceza Kanunu’ndan çıkarıldı.

Eski Ceza Kanunu’nda cinsel suçlar “Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhinde Cürümler” başlığı altında düzenlenmekteydi. Yani cinsel suçlar genel adaba ya da aile düzenine aykırı suçlar olarak tanımlanıyordu ve bu suç aile düzenine karşı işlenmiş bir suç olarak kabul ediliyordu. Bunun sonucunda Eski Ceza Kanunu’na göre tecavüze uğrayan kadın eğer evliyse suçun cezası daha ağır oluyordu, zira evli kadınlar başka bir erkeğin malı olarak görüldüğü için bir başka erkeğin malına tecavüz edilmiş sayılıyordu3. Yeni Ceza Kanunu, özellikle kadın haklarının gelişimine paralel olarak Eski Ceza Kanunu’nda geçen “ırz” kavramına yer vermemiştir. Zira ırz kavramı temelde erkek egemen bir yaklaşımı ifade eder. Eski Ceza Kanunu’nda kadının ırzı ve namusu “toplumsal bir mal, erkeğin bir malı olarak” görülmenin ifadesi olarak ele alınırdı. Yeni düzenleme cinsel özgürlüğe karşı suçlarda gerek fail ve gerekse de mağdur açısından kadın-erkek ayrımını kaldırmıştır ve cinsel saldırı terimini benimsemiştir. Bu terim yine “bir mala el saldırılması” anlamına gelen tecavüz terimiyle karşılaştırıldığında feminist düşünceye daha yakındır.

Yine kadınların mücadelesi ile evlilik içi tecavüz de şikayete bağlı olarak, kanundaki cinsel saldırı suçu kapsamında yerini bulmuştur.

Cinsel saldırı suçunun failinin suçun zarar göreni ile evlenmesinde verilen ceza ertelenmesi kaldırılmıştır.

Kendi ikametinde veya diğer bir yerde başka bir kadınla herkesçe bilinecek surette ve karı-koca gibi yaşayan erkeğin zinasının suç olması da yürürlükten kalkmıştır.

Töre ya da kan gütme saikiyle işlenen cinayetler “insan öldürme suçunun nitelikli hali olarak” kabul edilmiştir.

2-KADINA YÖNELİK ERKEK ŞİDDETİNE KARŞI YASAL DÜZENLEMELER

A-ÖNLEYİCİ VE KORUYUCU TEDBİRLER BAKIMINDAN:

8 Mart 2012 tarihinde yasalaşan 6284 sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca, şiddet uygulandığı anda polis, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde (acil durumlarda) mahkeme veya mülki amir (Kaymakamlık-Valilik) kararı aramadan şiddet veya şiddet tehdidine karşı koruma ve tedbir kararı alınabilmektedir. Bu konuda detaylı bilgi için lütfen tıklayınız.

B-CEZA KANUNU BAKIMINDAN:

1-PSİKOLOJİK /FİZİKSEL ŞİDDET İLE İLGİLİ BAZI DÜZENLEMELER

Hakaret (TCK 125): Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak, hakaret suçunu oluşturur. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir. Mektup, telgraf, telefon ve benzeri araçlarla yapılan hakaret de huzurda hakaret gibi cezalandırılır. Hakaret suçu şikayete tabi olduğundan, bu yeni düzenleme karşısında uzlaşma kapsamına giren bir suçtur.

Yaralama (TCK 86-89)

Kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama suçunu oluşturur.

Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

Kasten yaralama fiili eşe karşı işlendiğinde şikayet olsun veya olmasın yargılama yapılır.

Yaralama sonucunda kişide duyu veya organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflaması, konuşmada sürekli zorluk, yüzde sabit iz, yaşamı tehlikeye sokan bir durum, gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğması, bu suçtan dolayı daha ağır bir ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir.

Tehdit (TCK 106): Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. Tehdidin silahla, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle, birden fazla kişi tarafından birlikte, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi halinde fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Suçun oluşması bakımından tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip ger­çekleşmemesi önemli değildir. Bu suçtan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdu­run şikâyetine bağlı kılınmıştır.

Şantaj (TCK107): Hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlayan kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla bir kişinin şeref veya saygınlığına zarar verecek nitelikteki hususların açıklanacağı veya isnat edileceği tehdidinde bulunulması halinde bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

Şantaj suçu şikayete bağlı değildir, Cumhuriyet Savcısınca re’sen kovuşturulur.

Cebir (TCK 108): Bir şeyi yapması veya yapmaması ya da kendisinin yapmasına müsaade etmesi için bir kişiye karşı cebir kullanılması halinde, kasten yaralama suçundan verilecek ceza üçte birinden yarısına kadar artırılarak hükmolunur.

Cebir suçu, failin, mağdur üzerinde fiziki güç kullanmak suretiyle onu belirli bir davranışa zorlaması şeklinde gerçekleşmektedir. Örneğin, husumet duyduğu mağdurun kolunu tutup kıvırarak “bir daha bizim sokaktan geçtiğini görmek istemiyorum” diyen failin eylemi cebir suçunu oluşturur. Başka bir örnek vermek gerekirse; fail, biraz önce arkadaşına hakaret eden mağduru tekme tokat dövmüş, kafasını yerlerde süründürmüş ve zorla özür diletmiştir.

Cebir suçu şikayete bağlı olmadığından re’sen kovuşturulmalıdır

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma (TCK 109): Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. Örneğin kişinin bir yere kapatılması, bir yerde tutulması veya bir yere götü­rülmesi veya bir yere gitmekten men olunması fiilleri, kişiyi hürriyetinde yoksun kılma suçlarını oluşturur.

Özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK134): Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması, kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi halinde daha ağır cezalara hükmedilir.

Gizli yaşam alanına girilerek veya başka şekillerde (uzakta izleme ve görüntüleme gibi) başkaları tarafından görülmesi mümkün olmayan bir özel yaşam olayının saptanması ve kaydedilmesi suçtur.

3-CİNSEL DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLAR (TCK 102-103)

Cinsel Saldırı (TCK 102): Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun oluşması için fiziki temas gerekmektedir. Bir kişiyi okşamak, sağını solunu ellemek, cinsel arzuların cinsel ilişki boyutuna vardırmadan kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal ederek teskin etmek, mağduru devamlı surette sarılıp öpmek ve mahrem yerlerinin sıkıştırmak gibi hareketler.

Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu suç “fiilin vücuda (vajinal, anal veya oral yoldan) organ (cinsel organ, parmak, el gibi) veya sair bir cisim (cop, şişe gibi) sokulması suretiyle işlenmektedir. Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı, silâhla veya birden fazla kişi tarafından birlikte bu suçun işlenmesi halinde ceza yarı oranında artırılır. Nitelikli cinsel saldırı suçu re’sen kovuşturulan bir suçtur. Buna karşın, eşler arasında işlenen cinsel saldırı suçunun takibi şikayete bağlıdır. Gerek aynı kişiye karşı değişik zamanlarda gerçekleştirilen, gerekse tek fiille birden fazla kişiye karşı aynı zamanda işlenen cinsel saldırı fiillerinde her bir ihlal bağımsız suç olarak cezalandırılacaktır.

Çocukların Cinsel İstismarı (TCK 103): Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza, istismar durumunda on yıldan, sarkıntılık durumunda beş yıldan az olamaz. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun failinin çocuk olması hâlinde soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlıdır. Cinsel istismar deyiminden; on beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış ve diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır. Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza on sekiz yıldan az olamaz. Suçun üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş veya evlat edinen tarafından veya vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan vb. kişiler tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza artırılır.

Reşit olmayanla cinsel ilişki (TCK 104): Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Cinsel taciz (TCK 105): Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmesi hâlinde yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise verilecek ceza bir yıldan az olamaz. Cinsel taciz suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır. Ancak cinsel taciz suçunun nitelikli unsurlarının gerçekleştiği durumlarda, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikayetine bağlı değildir.

KÜRTAJA İLİŞKİN DÜZENLEMELER

İsteğe bağlı gebeliğin sonlandırılması (kürtaj) süresi yasal olarak on haftadır. Gebelik süresi on haftadan fazla olan bir kadının çocuğunu düşürten kişi ve çocuğunun düşürtülmesine rıza gösteren kadın TCK 99/2 maddesine göre cezalandırılabilir. On haftayı geçen gebeliği TCK 99/6 maddesi gereğince kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebelik sona erdirilebilir. Ancak, bunun için gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir.

İstanbul Sözleşmesi

Tam adı, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Türkiye’nin Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı’nda imzaya açıldığı için kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak da anılmaktadır. Sözleşmenin amacı;

  • Kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak,
  • Kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi yolu dâhil kadın ve erkek arasındaki temel eşitliği teşvik etmek,
  • Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağdurlarının korunması ve bu mağdurlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politikalar ve tedbirler geliştirmek,
  • Kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini teşvik etmek,
  • Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütüncül bir yaklaşım benimsemek amacıyla etkili işbirliğini sağlamak için kuruluşlara ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamaktır.

CEDAW

Tam ismi “Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women” olan sözleşme, kelimelerin baş harfleriyle yani, ‘CEDAW’ olarak anılmaktadır. “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” şeklinde de Türkçe’ye tercüme edilmiştir. CEDAW, Birleşmiş Milletler’in sekiz temel sözleşmesinden biridir ve kadın erkek arasındaki eşitliği amaçlamaktadır.

Taraf devletler;

  • Kadın ile erkek eşitliğini kendi anayasalarıyla ve yasalarıyla sağlamayı,
  • Kadınlara karşı her türlü ayırımı yasaklayan ve gerektiğinde bu çerçevede yaptırımlar koyan yasaları düzenlemeyi ve uygun önlemleri almayı,
  • Kadın haklarının erkeklerle eşitliğini ulusal mahkemeler ve diğer kamu kuruluşları aracılığıyla da sağlamayı,
  • Kadınlara karşı herhangi bir ayırımcı hareket yapılmasından veya uygulanmasından kaçınmayı ve kamu kuruluşlarının da buna uygun davranmasını sağlamayı,
  • Herhangi bir kişi, kuruluş veya teşebbüsün kadınlara karşı ayırım yapmasını önlemek için bütün uygun önlemleri almayı,
  • Kadınlara karşı ayırımcılık teşkil eden mevcuttaki yasaları değiştirmek ve düzenlemek de dahil olmak üzere bütün önlemleri almayı
  • Kadınlara karşı ayırımcılık teşkil eden bütün ulusal cezai hükümleri yürürlükten kaldırmayı taahhüt ederler.

1 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Mayıs 2013’te sadece evlenmeden önceki soyadını taşıma talebiyle başvuran Bahar Leventoğlu’nu haklı bulmuş, Türkiye’nin “ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine” karar vermişti Yargıtay, evli bir kadın avukatın evlilik öncesi soyadını kullanmak için yaptığı başvuruyu incelemiş ve Ocak 2014’te verdiği kararda, evli kadının evlilik öncesi soyadını kullanmasına izin verilmemesini Anayasa’nın 17. Maddesine aykırı olduğunu söylemişti

2 1986 yılında 4 kişi tarafından tecavüze uğrayan bir seks işçisi bu maddenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Ancak Mahkeme “ırza geçmek ve kaçırmak suçlarının fuhşu kendine meslek edinen bir kadına işlenmesinde, bu kişinin uğradığı zarar ile aynı eylemlerin iffetli bir kadına yapılması durumunda onun gördüğü zarar eşit sayılamaz” gerekçesi ile Anayasa’ya uygun olduğuna karar vererek maddenin iptali talebini reddetti.

3 http://www.5harfliler.com/canan-arin-anlatiyor-turk-ceza-kanununda-cinsel-suclar/