Skip to main content
Haberler

Sığınaklarda verilen destekler tartışıldı “Süre kısıtlaması olmamalı!”

By 25 Mart 2013No Comments

Kadına yönelik şiddete karşı etkin mücadele edebilmek amacıyla farklı illerden sığınak çalışmacıları Mor Çatı’nın düzenlediği atölye ve konferansta bir araya geldiler. Konferansın açılış konuşmasını yapan Prof. Songül Sallan Gül sığınaklarda süre kısıtlamasına ve eşlerin barıştırılmaya çalışılmasına dikkat çekti.

13 Temmuz’da başlayan ve 3 gün süren toplantılara Aliağa, Ankara, Çankaya, Eskişehir, Eyüp, İzmir Büyükşehir, Kadıköy, Karşıyaka, Kartal Belediyelerinden sığınak çalışanları ile İzmir SHÇEK bünyesindeki sosyal çalışmacılar, Avusturya, İsveç ve İngiltere’den kadın örgütleri temsilcileri katıldılar. Toplantılar, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu tarafından finanse edilen “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Köprüler Kuruyoruz” projesi kapsamında gerçekleştirildi.

Kadına yönelik şiddete karşı etkin mücadele edebilmek amacıyla farklı illerden sığınak çalışmacıları Mor Çatı’nın düzenlediği atölye ve konferansta bir araya geldiler.

Konferansın açılış konuşmasını yapan Prof. Songül Sallan Gül sığınaklarda süre kısıtlamasına ve eşlerin barıştırılmaya çalışılmasına dikkat çekti.

13 Temmuz’da başlayan ve 3 gün süren toplantılara Aliağa, Ankara, Çankaya, Eskişehir, Eyüp, İzmir Büyükşehir, Kadıköy, Karşıyaka, Kartal Belediyelerinden sığınak çalışanları ile İzmir SHÇEK bünyesindeki sosyal çalışmacılar, Avusturya, İsveç ve İngiltere’den kadın örgütleri temsilcileri katıldılar. Toplantılar, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu tarafından finanse edilen “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Köprüler Kuruyoruz” projesi kapsamında gerçekleştirildi.

Farklı Deneyimler, Ortak Hedefler konferansının açılış konuşmasını Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Songül Sallan Gül yaptı. Gül, Türkiye ölçeğinde 24 ayrı sığınakta yaptıkları araştırma ile ilgili özetle aşağıdaki bilgileri verdi:

“Bu araştırmanın amacı, Türkiye’de kadın sığınmaevlerinin ve burada kalan kadınların profilini çıkarabilmek, böylece toplumsal cinsiyete duyarlı politikaların belirlenmesini sağlamak. Sığınaklarda kalan kadınların yüzde 57’sinin karakollar aracılığıyla geldiklerini ya da güvenlik güçleri tarafından parklarda bulunarak getirildiklerini gördük. Yüzde 15’i çocuk annelerden, 14-18 yaşındaki gebelerden, ensest mağdurlarından oluşuyor. Sığınakta kalan kadınların yüzde 13’ünün okuma yazması yok, yüzde 74’ü ilkokul ve altı eğitim almış, yüzde 2’si ise üniversite mezunu. Çocuklu kadınların oranı oldukça yüksek (yüzde 36). Bu kesimin en çok şikayet ettiği konuların başında çocukların sığınakta gerekli destekleri alamaması geliyor. Bir başka önemli sorun sığınakta kalış süresi. Henüz yeterli destekleri alamadan sığınaktan ayrılmak zorunda bırakılıyor kadınlar. Sığınakta kalma süresi 1 hafta ile 8 ay arasında değişiyor, ancak 3 ayın üzerinde kalanların oranı sadece yüzde 7. Oysa bu kısıtlama olmamalı, yoksa sığınma evlerinin ne anlamı kalır? Nitekim kalan kadınların yüzde 52’si çocuklarıyla birlikte kendi yaşamlarını kurmak istiyorlar, ama ne yazık ki bunların yüzde 36’sı başarılı olamayıp çaresizlik içinde evlerine dönüyorlar. Sığınaklarda verilen destekler gözden geçirilmeli. Örneğin araştırmayı sürdürdüğümüz 24 sığınma evinin 19’unda arabuluculuk yöntemi ile karşılaştık. Şiddet uygulayan kişi ile kalan kadınlar arasında arabuluculuk yapılıyor. Bu çok tehlikeli. Belediyelerin ve SHÇEK’in sığınma evlerinde görülüyor arabuluculuk. Dolayısıyla bu genel bir kamusal politika”.

Mor Çatı adına konuşan Ülfet Taylı, “bugün burada sığınak modelleri üzerinde konuşuyorsak, kadınların sığınaklarda nasıl güçlendirilebileceğinden, çok kurumlu işbirliğinin nasıl gerçekleşebileceğinden söz ediyorsak bunun arkasında uzun bir mücadele süreci söz konusu. Mor Çatı 20. kuruluş yıldönümünü kutlarken bu sürecin tanıklarından, değişimin bileşenlerinden bir tanesi. Erkek şiddeti nedeniyle yaşamlarını yitiren kadınların önemli bir bölümünün daha önce bir kamu kuruluşundan destek istediklerini görüyoruz. Riskler yeterince saptanamadığından yaşamını yitiren kadın sayısı az değil. Diyelim güvenlik sorunu aşıldı, kadın ve çocuklar sığınakta kalıyorlar; bu kez de yetersiz destek yüzünden şiddet ortamına geri dönmek zorunda kalabiliyorlar. Bu sorunlar tartışılmalı, çözüm yolları oluşturulmalı” dedi.

Avusturya Kadın Sığınakları Ağı’ndan Maria Rösslhumer, şiddete uğrayan kadınların ayakta kalabilmeleri için sığınaklarda olması gereken asgari kalite standartlarını anlattı. Şu anda Avusturya’da 26 bağımsız kadın sığınağı bulunduğunu belirten Maria, bu sığınaklar arasında bilgi değiş-tokuşu yapılan, yeni gelişmelerin tartışıldığı, lobi ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin yürütüldüğü, sığınak çalışanlarının desteklendiği, şiddete karşı mücadele konusunda ortak stratejilerin geliştirildiği bir ağın bulunduğunu, yıllık toplantıların düzenlendiğini aktardı.

Maria, Avusturya Kadın Sığınakları Ağı ve bağlı bulunduğu WAVE’in (Şiddete Karşı Kadınlar-Avrupa) çalışmalarını şöyle özetledi:

“Eviçi şiddet, şiddetin özel bir formudur ve temelinde toplumsal cinsiyet ilişkileri yatar. Kadınlara cinsiyetleri nedeniyle yönelir. Önlemek için de altında yatan nedenlere, toplumsal cinsiyet ilişkilerine, eşitsiz güç ilişkilerine yönelmek gerekir. Eğer bir kadın partner’i tarafından şiddete uğruyorsa, evdeki çocuk ya da çocuklar da şiddete uğruyor demektir. Anneye karşı ağır şiddet, çocuğa karşı daha da ağır şiddettir. Bu nedenle sığınaklar çocukların ihtiyaçlarından da sorumludur. Bu soruna kadınlar olarak “benim” problemim, “bizi” ilgilendiren bir konu olarak yaklaşmalıyız, “onlar” hakkındaki bir konu olarak değil. Devletin her birimi birçok uluslar arası sözleşmede de belirtildiği gibi eviçi şiddetin önlenmek, soruşturmak için özenle çalışmalı, sorumlu olanlar cezalandırılmalıdır.”

“Eviçi şiddet tehlikelidir ve yaşamlara mal olur. Şiddete uğrayan kadınlar, sık sık bunu yapan erkeklere birkaç açıdan bağlıdır; ekonomik, aile değerleri, kalacak yer sorunları vb.

Eğer şiddet ağırlaşırsa ve kurban kaçışın olmadığını hissederse, saldırganla özdeşleşme tek ayakta kalma stratejisi haline gelir (Stokholm Sendromu). Bu özgün, karmaşık ve tehlikeli problem, yetişmiş elemanlara ihtiyaç duyar. 30 yıldan beri kadın sığınakları ve kadın örgütlenmeleri bir dizi özgün yöntemler geliştiriyor.”

“Avusturya’da 30 sığınağın tümü yerel yönetimler tarafından fonlanıyor ve kadın örgütleri tarafından yürütülüyor. Ne yazık ki pek çok ülkede kadın örgütlerindeki uzmanların potansiyelleri ve becerileri kaynak yokluğu nedeniyle kullanılamıyor. Oysa kadın örgütleri bu alanda çok önemli bir role sahip. Hükümetlerin bunu kabul etmesi her zaman kolay olmuyor. Ancak işbirliği, ülkelerimizin yenilenmesi ve demokratik gelişme açısından kesinlikle gereklidir”

“Destek verirken, bürokratik olmayan, güvenli, damgalamayan, yargılamayan, güçlendiren, kurumun değil, kadının ihtiyaçlarına yoğunlaşan yöntemler benimsenmelidir. Eğer bu kriterleri yerine getirmezsek, etkili alternatifler sunamayız ve kadınlar onları kullanmakta gönülsüz davranırlar:

. Hizmetlere kolay ulaşabilmelidir.

. Kadınlar başvurduğu merkezin acil önlem alabilmesi ve sosyal destek sağlayabilmesi gerekir.

. Kadınlara ve çocuklara
aynı mekanda çoklu destek temin edilebilmelidir.

. Sığınaklar bir çatıdan fazlasını vaat etmeli, yüksek standartlar içermelidir.

. Sığınaklar güvenli mekanlar olmalıdır.

. Kriz müdahale merkezleri bulunmalıdır.

. Şiddet vakasının kamuya yansıdığı polis, hastane gibi noktalarda kadınlara aktif destek önerilebilmelidir.

. En az bir ulusal acil yardım telefonu bulunmalıdır. (24 saat hizmet veren, birkaç dilde danışmanlık veren)

. Ayrıca bölgesel yardım telefonları bulunmalıdır.”

Konferansın bir başka konuşmacısı Londra’da kurulu ve ülkenin en büyük kadın örgütlerinden biri olan NİA gönüllüsü Meral Halkacı’ydı. Meral, 1975 yılından beri eviçi şiddete uğrayan kadın ve çocuklara destek sağladıklarını, kendi bünyelerinde 39 yataklı 6 güvenli evin bulunduğunu, yerel yönetimden parasal destek aldıklarını, feminist bir yapı olduklarını, kadınlar, çocuklar ve gençlerle çalıştıklarını anlattı. İngiltere’de de kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin önemini koruduğunu, haftada 2 kadının toplumsal cinsiyet temelli şiddet nedeniyle yaşamını yitirdiğini, ülkede 500’ün üzerinde sığınak ve destek servisi bulunduğunu, geçtiğimiz yıl bu sığınaklarda 42 bin kadın ve çocuk kaldığını belirtti.

Meral yaptıkları çalışmaları şöyle sıraladı: 

. Savunuculuk ve yetiştirme

. Barındırma

. Çocuk ve gençler için yetiştirme ve grup çalışması

Konferans’ın son konuşmacısı Roks’tan (İsveç Kadın ve Genç Kadın Sığınakları Ulusal Örgütlenmesi) Ann-Sofie Sterio’ydu. Ann-Sofie, feminist bir örgütlenme olduklarını, Roks çatısı altında 100 bağımsız sığınak bulunduğunu, bunların 30’unun genç kadınlara ayrıldığını, erkek şiddetini bireysel değil, yapısal/toplumsal bir problem olarak gördüklerini ve toplumdaki resmi görüşleri değiştirmeyi, bu konuya dikkat çekmeyi amaçladıklarını belirtti.

Ann Sofie konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Roks içindeki her sığınağın kendi iç kuralları ve rutini var. Ancak bu sığınaklar Roks’un ortak değerlerine ve etik ilkelerine bağlı. Temel bilgiler, rutinler, yöntemler paylaşılıyor. Sığınakta bir kadının kalma süresi birkaç günden, birkaç aya kadar değişebiliyor. Kadınlar sığınakta istedikleri kişilerle bağlantı kurmaya kendileri karar veriyorlar. Sığınağı terk ettikten sonra eğer geri dönerlerse daima hoşgörü ile karşılanıyorlar. İsveç’te feminist hareket ilk sığınağı 1978’de açmıştı. Bugün 160 sığınak var.”

“Cinsel şiddetin bütün formlarına karşı mücadelede etmeden kadına yönelik şiddete karşı mücadelede başarılı olamayacağımıza inanıyoruz. Kadınlar bize fiziksel şiddeti tecavüzün izlediğini, çocuklarının, ya da yakın akrabalarının da cinsel taciz yaşadıklarını aktarıyorlar. Pornografi ile cinsel şiddet türleri; tecavüz, cinsel saldırı, taciz, arasında güçlü bağlar bulunuyor. Pornografi erkeklere kadınların cinsel olarak neye benzemeleri gerektiğini söylüyor, bu da şiddeti besliyor. 2005’te İsveç’te cinsel suçlarla ilgili yeni yasal düzenlemeler yapıldı. Tecavüz daha ayrıntılı tanımlandı ve çocukların korunması güçlendirildi. Yeni yasa erkek şiddetine uğrayan kadınları, çocuklarının velayetini almaları konusunda daha şanslı hale getiriyor, ancak pratikte bu ne yazık ki işlemiyor. Roks sonbaharda bu sorunu aydınlatmak için büyük bir konferans düzenleyecek”.

“Kadınların eşitlik mücadelesinin İsveç’te gayet başarılı olduğuna inanılır. Ancak bu ne yazık ki doğru değil. Kadınlar İsveç’te de eziliyor ve erkek şiddeti dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi bizde de yaygın. Kadınların yüzde 46’sı yakın ilişkide şiddete uğradıklarını belirtiyorlar.”

Leave a Reply