Skip to main content
Haberler

Sivil Toplum Kuruluşlarına proje yazımı ve yönetimi konusunda gönüllü destek veren Proje Yönetimi ve İnovasyon Merkezi'nden Gökhan Turgut Ünal'ın Mor Çatı ile gerçekleştirdiği röportaj

By 5 Eylül 2014No Comments

Sivil Toplum Kuruluşlarına proje yazımı ve yönetimi konusunda gönüllü destek veren Proje Yönetimi ve İnovasyon Merkezi’nden Gökhan Turgut Ünal’ın Mor Çatı gönüllüsü Esen Özdemir ile geçen hafta Mor Çatı ve kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda gerçekleştirdiği röportajı paylaşıyoruz.

 

Sivil Toplum Kuruluşlarına proje yazımı ve yönetimi konusunda gönüllü destek veren Proje Yönetimi ve İnovasyon Merkezi’nden Gökhan Turgut Ünal’ın Mor Çatı gönüllüsü Esen Özdemir ile geçen hafta Mor Çatı ve kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda gerçekleştirdiği röportajı paylaşıyoruz.

Gökhan Turgut Ünal: Öncelikle röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nı basın ve medyadan sıklıkla duyuyoruz. Vakfınızı sizden de kısaca dinleyebilir miyiz? Kuruluşunuz gelişiminiz hakkında bilgi verir misiniz? 

Esen Özdemir: Mor Çatı 1990 yılında, kökleri Osmanlı Kadın Hareketi’ne dayanan Türkiye Feminist Hareketi’nin ortak çabası sonucunda kuruldu. Türkiye’de, bağımsız ve kamusal alanda görünürlüğü olan bir feminist hareket 1980’li yıllarda, çoğunluğu sol örgütlerden olan kadınların örgütlenmesi ile ortaya çıktı. 1981’de İstanbul’da bir grup kadının, YAZKO (Yazarlar ve Çevirmenler Yayın Üretim Kooperatifi) bünyesinde, feminist kitapları çevirebilmek için bir çeviri gurubu oluşturmaları örgütlenmenin ilk adımıydı. Bu grup, 1983 yılında ise, dönemin önemli edebiyat dergilerinden olan, Somut Dergisi’nin 4. Sayfasında, feminist yazılar yayınlamaya başladı. Bu yazılar, Türkiye’deki birçok kadın için feminizm ile ilk karşılaşma olduğu için çok önemlidir.  Aynı grup, daha sonra ise Türkiye’nin ilk feminist yayınevi olan Kadın Çevresi Yayınevi’ni kurdular ve çevirmeye karar verdikleri ilk kitap olan, ünlü İngiliz feminist psikanalist Juliet Mitchel’in Kadınlık Durumu kitabını çevirirken, bu çeviri grubu kendi kadınlık durumlarını konuştukları bir bilinç yükseltme grubuna dönüştü. Aynı yıllarda Ankara’daki kadınlar da benzer şekilde, evlerde toplanmaya ve bilinç yükseltme grupları oluşturmaya başlamıştı. Bu yıllar, üç kişinin yan yana geldiğinde dahi örgüt üyeliğinden tutuklandığı, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra oluşan baskıcı siyasal ortamın olduğu yıllar olduğu için kadınlar kamusal alanlarda değil de evlerde toplanıyorlardı.  Kadınlar, bu ev toplaşmalarında, hem örgütlerinde hem de evlerinde yaşadıkları cinsiyetçiliği, maruz kaldıkları şiddeti paylaşmaya başladılar. Bu paylaşımların devam etmesi soncunda bilinç yükseltme grupları oluşmaya başladı. Bilinç yükseltme grupları, kadınların, kapalı kapılar ardında sadece kendisinin yaşadığını düşündüğü şiddetti, bütün kadınların yaşadığını keşfettiği ve bu şiddete karşı dayanışma ilişkilerinin kurulduğu gruplardı. Kadınlar, bu gruplarda, yaşadıklarını paylaşmaya başlamışlardı aynı zamanda yazılar, çeviriler ve konferanslar sayesinde hem feminist sözün daha fazla kadına ulaşmasını hem de siyasal bir ideoloji olarak feminizmi Türkiye’de bilinir ve tartışılır kılmışlardı fakat henüz maruz kaldıkları şiddete karşı, örgütlü bir eylemlilik içerisinde değillerdi. Bu eylemliliği, 1987’de Çankırı’da hâkimlik yapan Mustafa Durmuş’un bir kadının boşanma talebini “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek gerekir,” diyerek reddetmesine duyulan öfke mümkün kıldı ve bu mahkeme kararı üzerine 1980 sonrası  ilk feminist sokak eylemini örgütlediler. 17 Mayıs 1987 tarihinde Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda yaklaşık 2500 kadının katıldığı “Dayağın çıktığı cenneti istemiyoruz”, “Kadınlar! Dayağa karşı dayanışmaya”, “Dayak aileden çıkmadır” sözlerinin söylendiği, Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü gerçekleşti. Yürüyüş, örgütleyicilerinin beklediğinden çok daha fazla ilgi gördü ve farklı kesimden  çok sayıda  kadının katıldığı bir eylem oldu. Yürüyüşün ardından, toplumun her kesiminden kadın yaşadığı şiddetin yanı sıra bu şiddetten kurtulabilmek için ihtiyaç duyduğu destekleri de dillendirmeye başladı. Bu dile getiriş ise,  kadınların ihtiyaç duydukları desteklere erişebilmeleri için bir dayanışma ağının kurulmasına ihtiyaç olduğunu ortay çıkardı ve böylece 1989 yılında bir telefon destek ağı kuruldu. Bu ağ deneyimi ile de sürekliliği olan ve daha kurumsal bir destek mekanizmasına ihtiyaç olduğu görüldü ve Dayağa Karşı Kampanya’nın örgütlenmesinde yer alan bir grup kadın,  feminist hareketin bugüne kadar biriktirdiği bilgi ve deneyimle ataerkil sistem ile daha etkin mücadele edebilmek için Türkiye’nin kadına yönelik şiddet alanında mücadele eden ilk feminist örgütlenmesi olan Mor Çatı’yı kurmaya karar verdiler. 1993 yılında da Türkiye’nin ilk  bağımısz kadın sığınağı olan, Mor Çatı sığınağını açtılar.

Özetle, Mor Çatı’nın kuruluş hikayesi, Türkiye Feminist Hareketi’nin kurumsallaşmaya başlama hikayesidir dolayısıyla uzun bir zaman dilimi içerisinde çok fazla kadının emeğinin olduğu, her anlatıda bir şeyleri dışarıda bırakma riski taşıyan, kısaca anlatılması pek mümkün olmayan  bir hikayedir. 

 

Gökhan Turgut Ünal: Faaliyetleriniz hakkında bilgi verir misiniz? 

Esen Özdemir: Faaliyetlerimizi dayanışma merkezi ve sığınak faaliyetleri olmak üzere iki ana başlık altında anlatabilirim. Dayanışma merkezimiz, şiddete maruz kalan kadınların ilk ulaştığı ve ilk desteği aldığı yer. Kadınlar, dayanışma merkezimize, telefon ve e-mail ile ya da merkezin bulunduğu mekana gelerek ulaşıyorlar. İlk desteği, merkezdeki sosyal çalışmacılar veriyor. Başvuran kadının ihtiyaçlarının ne olduğunu görebilmemiz için ise altın kuralımız, kadınların yaşadıklarını ve ne yapmak istediklerini önyargısız bir şekilde dinleyebilmektir. Mor Çatı olarak, verdiğimiz en temel desteğin, kadınları dinlemek ve yaşadığı şiddetten dolayı kendisinin suçlu olmadığını anlatmaya çalışmak olduğunu söyleyebilirim. Biz her kadının hikayesinin biricik olduğunu ve her kadının öznel deneyimine göre çok yönlü ihtiyaçları olduğunu bilerek çalışmalarımızı yürütüyoruz. Kadınların ihtiyaç duyduğu desteklerin bir kısmını doğrudan sağlarken bir kısmı için ise, yasal hakları doğrultusunda nasıl ulaşabileceğini anlatıyoruz. Sosyal, hukuksal ve psikolojik destek doğrudan verdiğimiz desteklerdir. Sosyal çalışmacılar, kadınların hukuksal süreçlere ilişkin daha ayrıntılı bilgiye ihtiyaç duydukları durumlarda, gönüllü avukatlarımıza, psikolojik desteğe ihtiyacı olduğu durumlarda da gönüllü psikologlarımıza yönlendiriyorlar. Bunun yanı sıra, ayni ve nakdi yardım ya da iş desteğini doğrudan sunduğumuz destekler olmamakla birlikte, bağışçılar ile ihtiyacı olan kadınların buluşması için  sadece aracılık ediyoruz çünkü bu destekleri devletin vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Kadınlara bu konudaki yasal haklarını ve nasıl başvurabileceklerini anlatarak, bu haklarını devletten talep etmeleri için cesaretlendirmeye çalışıyoruz. Yasal haklarına erişememe ya da devlet kurumlarında kötü muameleye maruz kaldıkları durumlarda devlet kurumları ile irtibata geçiyoruz ve bu olumsuz durumu ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.

Dayanışma merkezimiz aynı zamanda vakıf merkezimiz olduğu için, burada, şiddete maruz kalan kadınlara sunulan desteklerin dışında da çok farklı alanlarda  faaliyetlerimiz var. Bunlar
, Mor Çatı’da gönüllü olmak isteyen kişiler için Gönüllü Atölyesi düzenlemek; faaliyet gösterdiğimiz alanda çalışan araştırmacıların, öğrencilerin, sanatçıların, gazetecilerin, proje, ödev ve haberleri için görüşme tekliflerini değerlendirmek; Mor Çatı ile ortak sosyal sorumluluk projesi yapmak isteyen özel sektörden kurumların tekliflerini değerlendirmek; üniversitelerde, siyasal partilerde, belediyelerde, kamu ve özel sektöre ait kurumlarda, kadın örgütlerinde, sivil toplum örgütlerinde vs. kadına yönelik şiddet alanındaki bilgi ve deneyimlerimizi paylaştığımız ve faaliyetlerimiz hakkında bilgi verdiğimiz, ulusal ve uluslararası konferanslara ve seminerlere katılmak, atölyeler düzenlemek; ayni ve nakdi bağışları kabul etmek ve ihtiyacı olan kadınlara ulaştırmak; Türkiye’de şiddet alanında çalışan kadın örgütlerinin her yıl ortak düzenlediği Kadın Sığınakları ve Dayanışma Merkezleri Kurultayının düzenlenmesinde yer almak; kadına yönelik şiddet ile ilgili yasal uygulamalar ya da medyada yer alan kadına yönelik şiddet olayları ile ilgili olarak basın açıklamaları yapmak ve bu konularda diğer feministler ile ortak örgütlenmemiz olan İstanbul Feminist Kolektif ile sokak eylemleri örgütlemek; faaliyetlerimizi finanse edebilmek için hibe programlarına proje başvuruları hazırlamak şeklinde kısaca sıralayabilirim. 

20 yatak kapasiteli bir sığınağımız var. Sığınak koşulları uygun olduğu sürece, sığınak ihtiyacı olan her kadın ve çocuk sığınağa kabul edilir. Sosyal çalışmacılar, kadınlar ve çocuklarla, sığınakta kaldıkları süre içerisinde, ruhsal, hukuksal ve sosyal süreçlerini takip ettikleri bir çalışma yürütürler. Sığınaklar, şiddete maruz kalan kadın ve çocuklar için geçici yerler olduğu için, bu çalışma, sığınaktan çıkıp kendi ayakları üzerinde durabilmelerine yönelik bir çalışmadır. 

Bütün bu faaliyetlerimizi 6 aylık ve 1 yıllık olmak üzere yılda iki kez raporlaştırıyoruz ve faaliyet raporu şeklinde paylaşıyoruz. Bunun yanı sıra biriktirdiğimiz bilgi ve deneyimleri yayına çevirerek daha fazla kişiye ulaşmasını sağlamaya çalışıyoruz. Ayrıca, başvuran kadınların deneyimlerini kayıt altına alıyoruz ve bu deneyimleri raporlaştırıyoruz. Bu raporları, medya ve kamuoyu ile paylaşıyoruz. Bu sayede hükümetin uygulamalarını teşhir ederek kadınlar lehine uygulamaların gerçekleşmesi için baskı mekanizması oluşturmaya çalışıyoruz. Örneğin, en son, Mor Çatı’ya başvuran kadınların deneyimleri ve bakanlıklara yaptığımız bilgi edinme başvurularına gelen yanıtlar çerçevesinde, 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Uygulamaları İzleme Raporu’nu yayınladık. Bu rapora ve diğer yayınlarımıza www.morcati.org.tr web adresimizden erişebilirsiniz. 

Dayanışma merkezi ve sığınak faaliyetimizi feminist ilke ve yöntemlerle  yürütürken,   feminist politikayı ilgilendiren her türlü konuda sokak eylemlerinin örgütlenmesinde yer almayı ve katılmayı da çok önemsiyoruz. Çünkü her zaman söylediğimiz gibi, kadına yönelik şiddetle mücadele çok boyutlu bir mücadele alanı ve bunun bir ayağı da, daha fazla sayıda ve farklı kesimlerden kadınlarla birlikte yaşadığımız şiddete karşı sokakta olmak. Sokakta, kadınlar olarak maruz kaldığımız şiddete, hep birlikte hayır diyebilmek, hükümetle yaptığımız toplantılarda da bize şiddet uygulayan kişilerle karşılaşmalarımızda da, şiddet gören arkadaşımızla, komşumuzla dayanıştığımızda da, kısaca hayatın her alanında bizleri daha güçlü kılıyor. 

Gökhan Turgut Ünal: Şiddete uğrayan kadınlar için desteğiniz kapsamında iş yaşamına entegre olmaları konusunda çalışmalarınız var mı? Nelerdir? 

Esen Özdemir: Daha önce söylediğim gibi, kadınların istihdamına yönelik doğrudan bir çalışmamız yok fakat şiddete maruz kalan kadınların, şiddetten kurtulamamalarının ya da şiddet yaşantısına tekrar dönmelerinde işsizlik önemli bir etken olduğu için, istihdam, çok sık bir şekilde, dolaylı olarak faaliyet alanlarımızdan biri oluyor. İşgücüne ihtiyacı olan işverenler ile işe ihtiyacı olan kadınlar bizimle irtibata geçiyor, biz de işverenler ile iş arayan kadınların buluşması için sadece aracı oluyoruz.  Bunun yanı sıra, devleti yasalarda belirttiği, şiddete maruz kalan kadınlara iş bulma vaatlerini yerine getirmeye zorluyoruz. Bunu, başvuran bir kadının deneyimi üzerinden doğrudan kurumlarla ilişkiye geçerek, devlet yetkilileri ile bir araya geldiğimiz toplantılarda dile getirerek, hazırladığımız raporlarla kadınların ücretli çalışmasının önemine vurgu yaparak ve devletin bunu yapmadığını teşhir ederek yapmaya çalıyoruz. 

Gökhan Turgut Ünal: Türkiye’de STK ve vakıflar maddi olarak zor durumda olabiliyor. Bu konuda Avrupa Birliği projeleri veya farklı hibe projeleri yürütüyor musunuz? Aktif bir bağış ağınız var mı? 

Esen Özdemir: Evet dediğiniz gibi, Türkiye’de bağımsız bir örgütlenme olmak zor hem bağımsız hem de dayanışma merkezi ve sığınak gibi yüksek bütçeli faaliyetleri yürütmek  ise çok daha zor. Bu yüzden, bu devamlılığı sağlayabilmek için çok yoğun bir çaba harcıyoruz. Mor Çatı’nın maddi kaynakları, bağışlar, projeler ve İktisadi İşletmemizin ürünlerinin satışından elde ettiği gelirlerdir.

Mor Çatı, birçok kadın örgütüne göre, daha tanınır olduğu için bağış alma potansiyeli göreceli olarak daha yüksek sanırım ve evet, bu sayede aktif bir bağış ağımız var. Fakat, bağışlarımızın önemli bir kısmını, mütevazı ama sürekliliği olan  bağışlar oluşturmakla  birlikte topladığımız bağışların  toplam tutarına baktığımızda, bu tutarın,, her şeye rağmen, Mor Çatı’nın bilinirliğiyle denk olmadığını söyleyebilirim. Bağışlarımız  maddi ve ayni bağışlar şeklinde olabildiği gibi normalde ücret karşılığı yapılacak işlerin  ücretsiz yapılması şeklinde de olabiliyor. Mor Çatı’nın devamlılığı için önemli olan ve normal şartlarda para karşılığı yapılacak işleri ücretsiz yapan, çok farklı kesimlerden kişileri içeren bir gönüllü ağının olmasının,  bugüne kadar bağımsız bir örgüt olarak ayakta kalmaya çalışan Mor Çatı’nın  en önemli avantajlarından birinin bu olduğunu söyleyebilirim. Fon ve hibe programlarının çağrılarına ve AB projelerine başvuruyoruz. Bugüne kadar da çok sayıda proje yürüttük. Proje başvurularını yaparken, kendi faaliyet alanımız ile doğrudan ilişkili, proje faaliyetlerine ve iç işleyişimize müdahale etmeyecek hibe programlarına ve fon örgütlerine başvuruyoruz. Fon alabilmek için, proje konularına göre gündemimizi belirlemiyoruz zaten yürüttüğümüz faaliyetler ve gündemimizde olan konularla ilgili konuları içeren başvurularda bulunuyoruz.

Gökhan Turgut Ünal: Kadına şiddet konusunda toplumsal ve siyasi aktörler kapsamında neler yapılmalı? Çıkmasını desteklediğiniz kanunlar, yasa tasarıları var mı? 

Esen Özdemir: Kadına şiddet konusunda en çok kullandığımız üç yasal düzenleme, Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu ve 6284 sayılı kanun, kadın hareketinin çabaları  sonucunda gerçekleşen değişikliler neticesinde, bugünkü halinde kadınlar lehine önemli düzenlemeler içeriyor. Ayrıca, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi-CEDAW ve 1 Ağustos’ta yürürlüğe giren, İstanbul Sözleşmesi gibi kadına yönelik şiddet konusunda ayrıntılı ve önemli düzenlemeleri içeren uluslararası sözleşmeleri de imzalamış bir ülkeyiz ve Türkiye yasaları ile ul
uslar arası sözleşmeler arasında herhangi bir çelişki olması durumunda uluslararası sözleşme hükümleri geçerlidir.   Yani, var olan yasalarımız kadına yönelik şiddet konusunda eksiklikleri olmakla birlikte kağıt üzerinde fena değiller. Feminist hareket ve Mor Çatı olarak sürekli altını çizdiğimiz en temel eksiklik, Türkiye’de kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini durdurmak isteyen bir siyasi iradenin olmamasıdır. Bu siyasi irade olmadığı sürece, kadınları öldürene, şiddet uygulayana yüksek cezalar içeren kanunların olması uygulamada boş gösterene dönüşüyor.  Siyasi irade olarak, kanun uygulayıcılarını bu konuda eğitmediğin,  nasıl uyguladığını izlemediğin, uygulanmadığında bir yaptırımla karşılık vermediğin sürece, hakimler, haksız tahrik indirimi ile iyi hal indirimi ile cezaları kuşa çevirmeye, savcılar kadın katillerine beraat istemeye ve bu suçları uygulayanlar da bu cezasızlık uygulamalarından cesaretle kadınlara şiddet uygulamaya devam ederler. Bir de bunun üzerine, devletin başbakanı, “kadın erkek eşitliğine inanmıyorum”, “kürtaj cinayettir”, devletin sağlık bakanı “tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar”, devletin başbakan yardımcısı “… kadın iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak”  vs. diyorsa, bu yasaların uygulamada nerdeyse hiçbir karşılığı olmuyor. Örneğin, başbakanın kürtaj açıklamasından sonra, kadın örgütleri olarak, büyük protestolar yaptık ve kürtajın yasaklanmasını engelledik. Fakat o tarihten itibaren, kürtaj 10 haftaya kadar yasal olduğu halde, 10 haftalık gebeliği sonlandıran hastane neredeyse yok. Bu yüzden, kadın örgütleri olarak Taksim İlk Yardım Hastanesi’nin önünde, “Kürtaj yasada hak, hastane yasak” diyerek eylem yapmıştık. Ya da, tecavüze istediğiniz kadar yüksek ceza verin, önce tecavüzcülerin tecavüz suçu işlediğinin kabul edilmesi gerekiyor. Ama biz her tecavüz davasında, tecavüz sanığının avukatının, kadının rıza ile birlikte olduğu, kadının mini etek giydiğini, bakire olmadığını, bağırmadığını, ne kadar “iffetsiz” bir özel hayatı olduğu vs. yönünde bir savunma yaptığına, bu savunmaya bu yönde sorular soran hakimler olduğuna ve buna karşılık kadının tecavüze uğradığını mahkeme heyetine inandırmak için çabalayan kadınlar olduğuna tanık oluyoruz. Örneğin, utanç davası olarak tarihimizde yer alan N.Ç davasında, hakim 13 yaşındaki bir kız çocuğunun kendisinden yaşça çok büyük, 26 kişi ile “rızası” ile birlikte olduğuna kanaat getirdi ve suçluların hepsini serbest bıraktı, Yargıtay da bu kararı onadı. Yani, hakim, savcı, polis, başbakan hep bir ağızdan tecavüz olsa yasada suç ama bu olay bir tecavüz değil ki, karşılıklı “rıza” ile olmuş diyorlar.

Ve yine bu siyasi iradenin kadını değil aileyi güçlendiren bir ideoloji ile hareket ediyor olması, uzun yıllardır mücadelemiz sonucunda aldığımız bu hakların geri alınmasına neden oluyor.  Dolayısıyla bir diğer talebimiz kazanılmış haklarımızın geri alınmamasıdır. Örneğin, son TCK değişikliği ile bunu yaptılar ve bu değişikliğe göre, cinsel taciz ve cinsel saldırı davalarında, bizler için önemli bir delil olan adli tıp raporu mahkemelerde delil olarak kabul edilmeyecek. Tanığı olmayan ve saldırıya maruz kalan kadınların büyük bir çoğunluğunun ilk refleksinin yıkanmak olduğu ve yaşadığı travmadan dolayı hemen şikayetçi olamadığı gözönüne alındığında, adli tıp raporunun bu davalar açısından ne kadar önemli olduğunu görebiliriz.

 Gökhan Turgut Ünal: Son olarak ülkemizde kadına şiddet ve vakfınızla ilgili söylemek istedikleriniz nelerdir? 

Esen Özdemir: Kadına şiddet uygulayanların eğitimsiz, yoksul, cahil vs. erkekler olduğunu benzer şekilde şiddete maruz kalanların da aynı sosyal özelliklere sahip kadınlar yada bu şiddeti hakkedenler olduğunu söyleyen hiçbir düşünce ya da pratiğin,  kadına yönelik şiddetin bitmesi yönünde doğru adımları atması  ne yazık ki mümkün değil. Çünkü, her sınıftan, her meslek grubundan, her coğrafi bölgeden erkeklerin  neden  ve nasıl şiddet uyguladığını ve benzer şekilde her kesimden kadınların, neden  ve nasıl şiddete maruz kaldığını açıklayamaz. Herhangi bir sorunun çözümü için önce sorunun kaynağını doğru tespit etmemiz gerekir aksi durumda, en iyi ihtimalle sorunun çözümü için ancak pansuman yapabiliriz. Kadına yönelik şiddetin kaynağının da, kadınlara hayatın her alanında, sadece kadın oldukları için, ikinci cins şeklinde davranılmasını ve bu davranışların yeniden üretilmesini mümkün kılan ataerkil sistem olduğunu söylemeyen hiçbir ideoloji bu sorunu çözmeye muktedir değildir. Bu yüzden şu anda iktidarda olan AKP yada daha önceki iktidarlar bu konuda, bir ileri beş geri adımlarla, başarısız oldular. Mor Çatı olarak, bu başarısızlıklar çoğu zaman umudumuzu kırsa da, kadına yönelik şiddettin kaynağının ataerkil sistem ilişkilerini olduğunu ve erkeklerin kadınları denetim altında tutabilmek için şiddet uyguladıklarını var olduğumuz her alanda  inatla, yeniden yeniden söylemeye devam ediyoruz.

  

Keyifli röportaj için Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na ve Esen Hanım’a teşekkür eder çalışmalarında başarılar dileriz.

 

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na bağışta bulunmak isterseniz;

 

Banka havalesi için: https://morcati.org.tr/tr/bagislar/banka-havalesi-ile-bagis 

Kredi Kartı yolu ile bağış için: https://morcati.org.tr/tr/bagislar/kredi-karti-ile-bagis 

Alternatif bağış yolu: www.morcati.org.tr  adresinde yer alan güncel ihtiyaçlar listesindeki eşyaları alarak Mor Çatı’yla dayanışabilirsiniz.

Haberin kaynağı: http://www.abprojeyonetimi.com/duyuru/r%C3%B6portajlarimiz/mor-%C3%A7ati-kadin-si%C4%9Fina%C4%9Fi-vakfi-r%C3%B6portaji/

Leave a Reply