Skip to main content
Raporlar

Birleşmiş Milletler Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması Raporu

By 19 Eylül 2022No Comments

Bu gölge rapor Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı tarafından Birleşmiş Milletler Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması Komitesi’ne Türkiye devletinin hazırlayacağı ikinci periyodik rapora yönelik olarak oluşturduğu konu/soru listesine katkı sunmak amacıyla hazırlanmıştır.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990 yılında kadına yönelik şiddetle mücadele etmek amacıyla kuruldu. Bugüne kadar Mor Çatı’nın dayanışma merkezinden 40.000’den fazla kadın ve çocuk destek aldı, 1000’den fazla kadın ve çocuk Mor Çatı sığınağında kaldı. Her gün ortalama 15 kadına telefonla, e-posta yoluyla ve yüz yüze destek verilmektedir. Kadınlar Mor Çatı’ya en çok yaşadıklarını paylaşmak, sosyal ve hukuki hakları konusunda bilgi edinmek için başvuruyorlar. Arayan her kadına sosyal destek verilirken ihtiyaç duymaları halinde hukuki, psikolojik ve sığınak desteği de alabiliyorlar. Kadınlar Mor Çatı’yı bir veya birden çok kere arayabilmekte ve farklı desteklere aynı anda ihtiyaç duyabilmektedir. Mor Çatı, 25 kadın ve çocuk kapasiteli Türkiye’deki tek bağımsız kadın sığınağını yürütmektedir. Mor Çatı sadece Türkiye vatandaşı kadınlara değil, farklı ülkelerden kayıtlı ve kayıtsız tüm kadınlara destek vermektedir.

Türkiye’deki Güncel Durum

Türkiye hali hazırda dünyada en fazla sayıda mülteciye[1] ev sahipliği yapan ülkedir. Türkiye’de yaklaşık 3,6 milyon kayıtlı Suriyeli mültecinin yanı sıra 320.000 kadar diğer uyruklardan mülteci yaşamaktadır.[2] Kısa sürede yoğun göç alan Türkiye’de bu alanda ilk kanun, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 2013 yılında[3] yürürlüğe girmiştir. Öte yandan Türkiye’de hali hazırda yetersiz olan sosyal destek sistemleri göçle beraber ortaya çıkan yeni ihtiyaçları karşılayacak kapasiteye erişememiştir. Mevcut kanunda kadınlarla ilgili hiçbir düzenleme olmayıp şiddete maruz kadınların ihtiyaçlarına ilişkin hiçbir ifade yer almamaktadır.

Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki eksikliklerin etkisi göçmen ve mülteci kadınların da hayatlarını etkilemektedir. [4] Kadına yönelik şiddetle mücadelede mevcut yasal düzenlemeler, bu alandaki hizmetlerin kadınlar için olduğunu vurgulayıp yalnızca vatandaşlarla kısıtlamamış olsa da, uygulamada göçmen ve mülteci kadınların desteklere erişimlerinin eşit biçimde mümkün olmadığı görülmektedir. İstanbul Sözleşmesi, şiddete maruz kalan kadınların, statüleri ne olursa olsun, hayatlarının tehlikede olacağı herhangi bir ülkeye iade edilmemelerini sağlama yükümlülüğü getirse de, Türkiye’nin Sözleşme’den çekilmesinden bu yana göçmenler ve mülteci kadınlar bu güvenceden yoksundur.

Devlet tarafından etkin koruma ve şiddetle mücadele için alınan önlemler

Türkiye devletinin hiçbir ayrım gözetmeksizin Sözleşmeyi üstlenme ve hem hukukta hem de uygulamada ayrımcılık yapılmamasını garanti etme sorumluluğuna rağmen (ve 2014’teki izleme döneminde Komite tarafından bu sorumluluğa ilişkin bilgi talep edilmektedir), destek mekanizmalarındaki yaygın ayrımcılığın bir sonucu olarak, kadına yönelik şiddete ilişkin mevcut yasalar ile Türkiye’de göçmen ve mülteci kadınlara yönelik uygulamalar arasında giderek artan bir uyumsuzluk vardır. Sığınaklara kabulde ayrımcılık, sosyo-ekonomik desteklerin olmaması ve dil engeli erkek şiddetinden kaçmaya çalışan göçmen kadınların karşılaştıkları temel sorunlardır. Göçmen ve mülteci kadınların istismar edilmelerine ve sömürülmelerine karşı etkili tedbirler alınmamaktadır. Türkiye tarafından 16. maddede güvence altına alınan şiddete karşı devletin koruma yükümlülüğü ve 45. maddede güvence altına alınan göçmen ve mülteci kadınların şiddetten uzaklaşmalarını sağlayacak sosyal hizmetlere ve sağlık hizmetlerine eşit olarak erişim hakkı uygulamada kadınlara sağlanmamaktadır.

Mor Çatı’ya başvuran kadınların deneyimlerinden yola çıkarak, kadınların uygulayıcılar tarafından yanlış bilgilendirildiğini ve bu nedenle haklarına ulaşamadıklarını görüyoruz. Göçmen ve mülteci kadınlar vatandaş olmadıkları gerekçesiyle (yasalar vatandaş olmalarını gerektirmese de) haklarından mahrum bırakılıyor. Kadının anlattıklarını dikkate almamak, başvurusunu yok saymak, yanlış bilgi vermek ve kadını suçlamak yaygın bir eğilim olarak ortaya çıkıyor. Yanlış bilgilendirme nedeniyle birçok göçmen ve mülteci kadın, şikâyette bulunmaları durumunda sınır dışı edileceklerinden veya üçüncü bir ülkeye yerleşme haklarının elinden alınacağından korkmakta ve bu nedenle erkek şiddetini bildirmekten kaçınmaktadır.

Dil bariyeri kadınların maruz kaldıkları şiddete ilişkin şikâyette bulunmalarını ve gerekli işlemleri yapmalarını zorlaştırıyor. Bazı göçmen ve mülteci kadınlardan tamamen ücretsiz olan destek hizmetleri için para istendiği görülüyor. Kadınların tercüman edinme hakları olduğu halde bundan yararlandırılmıyorlar.

Sığınaklara erişim konusunda, kadınların kimlik kartı olmadan kabul edilmesi önünde engeller bulunmaktadır. Bulundukları şehirden başka bir şehirde kayıtlı olan kadınların ise erkek şiddeti tehdidinin en yüksek olduğu ikamet yerlerinde sığınağa başvurmaya zorlandıkları görülmektedir. Kadınlar destek hizmetlerine ya hiç başvurmamakta ya da destek hizmetlerindeki engeller kadınların şiddet ortamına geri dönerek faille birlikte yaşamak zorunda kalmalarına neden olmaktadır. Göçmen bir kadın, fiziksel şiddete maruz kalmamışsa veya şiddete dair herhangi bir kanıta sahip değilse veya fail hakkında resmi bir şikâyette bulunmak istemiyorsa veya bir süre önce şiddete maruz kalmışsa, sığınağa kabul edilmemektedir; başka bir alternatif de sunulmamaktadır.

Kadınlar kendilerine destek olması gereken kişilerden “ülkene dön” gibi söylemleri sıklıkla duyduklarını ifade ediyorlar. Özellikle fail Türkiyeli bir erkekse bu ayrımcılık daha yoğun biçimde gerçekleşiyor. Yaşanan ayrımcılığı kadının yasal statüsü ve uyruğu da etkiliyor. Ayrıca LBTİ+’lar için ayrımcılığın katlandığı görülüyor.

Kadınlar ayrıca dil engeli, ayrımcı yaklaşımlar, sağlık hizmetlerine erişimde karmaşık bürokratik prosedürler ve kayıtlı olmayan göçmenler/mülteciler için mekanizma eksikliği nedeniyle sağlık haklarına erişirken de ayrımcılığa maruz kalmaktadır.

Göçmen ve mülteci kadınların şiddetten uzaklaşmasını engelleyen unsurlardan biri de yoksulluk. Sosyal yardımların yetersiz olması, kadınların iş bulmasının pratik anlamda zor, yasal olarak ise neredeyse imkânsız olması sürdürülebilir bir şiddetsiz yaşam kurmalarını olanaksız kılıyor. Çalışan kadınların ise yoğun bir sömürüye maruz kaldıkları görülüyor. Yardımlara muhtaç olarak yaşamak zorunda bırakılan kadınlar destek alabildikleri kurumlara ulaştıklarında öncelikli olarak temel ihtiyaçlarını sağlamak için yardım talebinde bulunuyorlar. Kaynakları azalacağı için şiddet uygulayan erkeklerden uzaklaşmak konusunda daha da çekimser oluyorlar.

Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede bir engel olarak kültürel görelilik

Göçmen ve mülteci kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddetin bazı biçimlerinin “kültürel” bir olgu olduğu önyargısıyla normalleştirilmesi de şiddetle mücadelede bir başka zorluk olarak ortaya çıkıyor. Bu durum kadınların şiddetten uzaklaşması için gerekli farkındalık arttırıcı ve güçlendirici çalışmaların yapılmasının önünde engel teşkil ediyor. Kadınların maruz kaldığı yoğun fiziksel şiddet dışındaki şiddet biçimlerine ilişkin destek hizmetlerine dahi başvurmadığı, bu şiddet biçimlerinin normalleştiği, hizmet sunarken bu şiddet biçimlerine maruz kalındığı tespit edilse dahi üzerine çoğu zaman çalışma yürütülmediği gözlemleniyor. Bunun yanı sıra çocuk yaşta ya da erken yaşta evliliğin de kültürel bir uygulama olarak kabul gördüğü, 15 yaş üstü çocukların evlendirilmesine çoğu zaman ilgili otoriteler tarafından da göz yumulduğu görülüyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda uzmanlaşmış destek eksikliği

Göçmen ve mülteci kadınlara yönelik destek hizmetlerinin devlet tarafından değil, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda uzmanlaşmış destek sunmayan insani yardım kuruluşları tarafından sağlanması mülteci kadınların şiddetten uzaklaşmasını zorlaştırmaktadır. Bu örgütlerin çoğu sosyal yardım temelli çalıştığı için kadına yönelik şiddetle mücadelede gerekli derinlemesine sosyal çalışma yapılmamakta ve erkek şiddeti tespit edilse bile kadının şiddetten uzaklaşması için gerekli kaynaklar çoğunlukla sağlanamamaktadır. Bu örgütlerin sahip oldukları kaynakların donör gözetiminde sıkı bir bürokrasiyle kullandırılıyor olması kadına yönelik şiddetle mücadelede gerekli ivediliğin sağlanması önünde engel olmaktadır.

Uygulama ve mevzuatta yapılan sık değişiklikler

Türkiye’de göç alanında uygulamaların ve mevzuatın sıklıkla değişmesi de çalışmayı zorlaştıran etkenlerden biri oluyor. Alanda destek sağlayan uzmanlar en güncel bilgiye ulaşmak için çaba sarf etmek zorunda kalıyor ve bu da gerekli müdahaleyi yapmayı geciktiriyor. Göçmen ve mülteci kadınlarla çalışmak tüm bu zorluklar nedeniyle daha çok zaman ve kaynak gerektiriyor. Devlet kurumlarının bu kaynakları sağlamadığı durumda kadınların şiddetten kurtulması zorlaşıyor.

[1] Cenevre’de 1951 tarihinde imzalanmış olan Mültecilerin Hukuki Durumuna dair Sözleşmesi’ne taraf olan

Türkiye’de Avrupa dışından göç edenler mülteci statüsünde kabul edilmemektedir. Yasal statülerinden bağımsız olarak Suriye, İran, Afganistan ve diğer ülkelerden yerinden edilerek Türkiye’ye sığınan kadınların uluslararası hukuk uyarınca hakları olduğunu hatırlatma amacıyla mülteci kavramı kullanılmıştır.

[2] https://www.unhcr.org/tr/turkiyedeki-multeciler-ve-siginmacilar

[3] https://en.goc.gov.tr/temporary-protection-in-law-on-foreigners-and-international-protection

[4]https://en.morcati.org.tr/reports/input-for-the-special-rapporteur-on-violence-against-women-its-causes-and-consequences/

Leave a Reply